Hürriyet

6 Temmuz 2010 Salı

:::VUSLAT:::

Bırakalım, senli, benli boş felsefeyi kenara. Şimdi size "ölüm" yorumumdan bahsedeceğim. Bir yarı tanrının düşüncelerinden, sözcüklere dökülen yazımı takdim edeceğim. Yo yo, korkmayın! Tamam. Belki biraz ürkebilirsiniz ama korkacak bir şey yok. Ölüm her canlıya ilham vermiştir; Yaşamak için...
Ölüm: Her zaman orada olan fakat asla ziyaret etmek istemediğimiz sevimsiz amcamızdır!
Ölüm: Her zaman orada olan fakat asla ziyaret etmek istemediğimiz sevimsiz amcamızdır! Ona ölümü anlatmamı istemişti... Bana dedi ki; Anlat, öyle bir anlat ki, sakinleşeyim. Heyecanım dinsin. Ölümle tanışmadan önce, bilmek istiyorum. Onun karşısına çıkmadan önce, hazırlıklı olmak istiyorum!
Yanında öylece oturuyordum. Kuş sesleri ve yaz akşamı... Ölmek için yada ölümden konuşmak için doğru yer değildi. Ona, aşktan, sevgiden bahsetmeyi tercih ederdim. Ellerine dokundum. Soğuktu ve titriyordu! Gözlerinde, çocuksu bir ifade ile beni süzüyordu. Gülümsedi hafiften... "Hadi" dedi. "Salla bir şeyler. Ne olursa... Anlat. Seni dinlemek hoşuma gidiyor" dedi.
Aaahhh. Juliet, zehiri içip, o soğuk mezara girdiğinde ne hissetmişti? Romeo sevgilisine kavuşmak için döndüğünde ne hissetmişti? Vuslata eremeden, ölen genç ve güzel Juliet. Ben seni de sevdim, diğer kadınlarım gibi!
Ben bunu düşünürken, bana dikilen gözlerini fark ettim. Çok gençti henüz... Daha yaşamı sindirmemiş birine, ölümü anlatacaktım! Onunla yaşayacaklarımı bile daha anlatamadan...

Söze başladım, kurumuş boğazıma birikmiş toz zerreciklerini yutkunarak. "Şunu düşün" dedim. "Her yerde bir karanlık var. İlerliyorsun ama yürümüyorsun! Hacmin yok artık! Bedenin yok! Madden kaybolmuş, maneviyatsın yalnızca! Bilmediğin bir yere, mecburi istikamete ilerlemek gibi. Gitmek istemesen de, gitmen gerekli! İçine girdiğin o soğuk, o vakur, o karanlık mezar, seni ölüme götürecek taşıt!
Düşün! Ölüme giden yolculukta, sanki bir otobüstesin ama içerisi karanlık. Hafif loş bir ışık var. Etrafına bakıyorsun; Bütün yolcular uyuyor. Otobüsün hostu, sana oturacağın koltuğu gösteriyor. İçerisi ne kadar soğuk! Titriyorsun! Otobüs, sadece kedi gözlerinin aydınlattığı o tek şerit yolda ilerliyor. Yerine oturuyorsun ama yerin çok dar. Hani bazen yolcuklarda, ön koltukta oturan adam, koltuğunu sonuna kadar arkaya yaslar ve bacaklarını uzatamaz, rahatsız olursun ya; O sıkıntı gibi... Çok üşüyorsun! Nereye gittiğini biliyorsun ve gitmek istemiyorsun! Yol ilerledikçe, inmek için kalmaya yelteniyorsun fakat nafile. Sanki birileri omuzlarından, seni bastırıyor koltuğa! Sonra zifiri karanlık! Diğer uyuyan yolcuları göremiyorsun artık! Koltukta da değilsin! Uzanıyorsun! Sırtın, soğuk toprağın üzerinde! Sırtın o kadar üşüyor ki; O toprak o kadar soğuk ki; Hareket edemez haldesin. Buz kesiliyorsun! Garip, hala yaşadığına eminsin oysa! Bilincin yerinde... Sinirlerin buz tutmuş! Anlıyor musun?! Dua etmeye, yalvarmaya başlıyorsun! Allah'ım!!! Lütfen! Beni kurtar buradan! Çıkar buradan! Bağırıyorsun! Sesin çoktan canlıların dünyasında seni terk etmişti oysa.Yaşama geri dönmek istiyorsun ama bu tamamen olasılık dışı. Birileri seni oradan çıkarsın istiyorsun. O mezardan! "Bu imkansız! Sen, artık birilerinin dünyasında değilsin! Sen artık elde edebileceğin hiçlik dışında, her hangi bir kavramın parçası değilsin! Sen ölüm denen o devasa kapının önündesin! Bildiğin yaşam çok geride! Sesler duyuyorsun! Gülüşmeler, çığlıklar... Kendini ve yaşadıklarını anımsıyorsun! Yaptıkların aklına geliyor! Mutluluklar, üzüntüler, nefret, acılar, kötülükler, iyilikler... Hepsi ölüm kapısının, varaklarında! Anılarını okuyor gözlerin! Kapıdan ne zaman içeri gireceğin belli değil! O soğuk mezardan tek kurtuluşun o kapı! Yumruklarınla mezarının tavanına vuruyorsun! Proteinden oluşan bedenin yok artık! Maddeye hakim değilsin! Kimse duymuyor, yumruklamalarını!

Arkanda kalan ve tekrar ferdi olabilseydim diye Allah'a yalvardığın o sabun köpüğü dünya yok artık! Orası asla, ölümden sonrası gibi olamaz! Ölüm; Yaşam demektir! Sonsuz ve önemli olan dünyaya açılan tek kapı! Bu yaşamdaki, hiçbir şeyin önemi yok aslında! Kaçamayacağın kadim varlık! Değiştiremeyeceğin tek son ve sonsuz başlangıç! Bu fani hayat, çok anlamsız! İlk doğum günün. Sınavların. Okulun. Mezuniyet törenin. Eşin. Çocukların. Sahip olduğun ev, araban. Bankadaki birikmiş paran. Dostların. Ailen. Sağlığın. Zevklerin. Cebinde ki sigaran. Tatillerin ve iş stersin. Önemsemeyip, zaman ayırmadıkların ve zamanını tükettiklerin... Hepsi bir kurgudan ibaret! Herkes gidiyor sonunda. Sessizlik... Üşümen geçti. Çırpınmıyorsun artık... Kabulleniyorsun ölümü o soğuk mezarda! Bilincin, yaşama doğacak! Gerçek yaşama! Vuslat sancısı bitti! Ölümle kavuştun artık! benliğin sonsuzluğa ait! Gerçek dünyaya hoş geldin!”

Sözlerimi bitirmiştim. Sonra sessizlik oldu. Gözleri kapalı, memnuniyet belirten bir tebessüm o genç ve tatlı yüzünde... Gözlerini açtı. Bana döndü ve "teşekkür ederim" dedi. Ona sarıldım. Saçının kokusunu son kez, iyice içime çektim. Onun, yumuşak ve çıplak tenini bir kez daha hissetmek için ellerimi vücudunda gezdirdim! Gözlerimiz birbirine sevgiyle gülümsüyordu! Son kez ellerimiz kavuştu! Sonra o kapıdan içeri girdi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder