Hürriyet

3 Kasım 2013 Pazar

Yapılacaklar Listesi

Kimseyi kulağının duyabileceğinden fazla dinleme!
Başkalarının gördükleri ile hayata bakma!
Sev, kız, ağla ve kahrol ama sonunda toparlan!
Yaşa yaşayabildiğini ama yaşayamadıklarını düşünüp zamanını tüketme!
Bilge ol olabildiğin kadar fakat cahil kalma!
Hayatına birşey kat, en az bir kişinin çünkü ölsende, emek verdiğin insanda yaşarsın.
Duygularını söyle, oyun oynama! Oyunlar duyguları köreltir unutma!
Bazen birşeyleri kafaya taktığın gibi bazen de boşver demeyi bil!
Ölmeden önce mutlaka bir kez de olsa doğru nefes al!
Çünkü öldükten sonra herşey bitecek!

M.V (Günlükler'den...)

24 Eylül 2013 Salı

DÜZ

O kadar çok şey düşünüyorum ki sevgili facebook...
Ne tuhaf, sözüm ona insanoğlu en gelişmiş varlık derler. Peh! Saçmalık. Bazılarının beyni, popo kaslarım kadar bile gelişkin değil. 
Mesela sadece saniyenin binde biri sürede öleceğini bilmesine rağmen, kendi egoları için yaşayanları düşünüyorum. Cahilliklerini saklamak için rengarenk giysi ve maskeler kuşananları... 
Dikkat edin; küçük insanlar kendi eksiklerini, hatalarını ve yetersizliklerini fark edilmesin diye sürekli başkalarına yükler. Bunu o kadar iyi yaparlar ki, eğer yeterince zeki değilseniz, sizi bile ikna edebilirler. 
Oysa bu "yansıtma oyunları" duygu-durum bozukluğundan kaynaklanan, çarpık egonun tehlikeli dışa vurumudur. Kişilerde ki bu bozukluk, mutlaka geçmişlerinde yaşadıkları bir tramva veya değiştiremedikleri olumsuzluklardan kaynaklanıyordur. Beklentilerinin karşılanmaması, güven sorunları, ani iniş-çıkışlar, hayal kırıklıkları, ufak ama kontrolden çıkan durumlar, sevgi eksikliği... Bütün bunlar kişilik bozulmalarına sebep olabilir. Hayat karşısında, bazı ruhlar eğilir, bazıları kırılır.
Çevrenize bakın, kendinize bakın. Ben iç yüzlerinizi görüyorum. Kendimi de görüyorum. Sadece aptalım. Yanlış yaptığınızı, hatanızı söyleyin. Unutmayın, hata yapmak normaldir. Özür dilemekle dil aşınmaz. Arada özür dilemeyi bilin. Korkmayın küfür yemezsiniz. Aksine saygı ve sevgi kazanırsınız... Kimseye hemen saldırmayın. Kimin neler yaşadığını ve hayatın neresinde durduğunu bilemezsiniz! Ruh ve akıl çok serttir ama sert olan her madde gibi darbelere karşı kırılgandır. Başkasına yüklediğiniz hatalar, saldırılar, dengesiz davranışlar o kişileri incitebilir, hatta onların insanlara ve hayata olan olumlu bakışını telafi edilmeyecek şekilde yıkabilir. Birilerini depresyona, strese veya çıkmazlara itebilirsiniz. Başkalarına verdiğiniz duygusal zarardan dolayı onların hayatlarını mahvedebilirsiniz. İntiharların yüzde yirmisi, ani bunalım, baskı ve yoğun stresten kaynaklanmaktadır. Kimi zaman huzursuzluk yaratanın siz olduğunu kabullenmeniz gerekir. 
Lütfen kırmadan önce, parçaları tekrar birleştirseniz de, eskisi gibi olmayacağını düşünün! Herkese daha sağlıklı ve huzurlu geceler diliyorum.
M.V (Günlükler'den...)

18 Eylül 2013 Çarşamba

Masumiyet

Öylesine, aklıma geleni yazmak istiyorum. Deli gibi... İstediğim gibi... Kendim gibi... Bir insanın en değerli ve kırılgan parçası nedir? Masumiyeti..! İnsan, dünyaya geldiğinde masumdur. Sonra zamanla o masumiyetten geriye çok az kalır. Ben, çevremde hala masum olan insanlar tanıyorum. 
Bazılarımız, masumiyetimizin kalan son kırıntılarını, içgüdüsel olarak, muhteşem bir kalkanla çevreler, en derinimize gizleriz. Bazıları da masumiyetlerini mücevherlerle süslü, gümüşten, gösterişli bir elbise gibi taşırlar. Masumiyet çok değerlidir. Bir insanın masumiyeti tamamen yok olursa, geriye pek bir şey kalmaz. Her bebek doğduğunda masumdur ama zamanla bir canavara dönüşebilir. 
Bununla beraber hayallerde masumdur, gerçeklerse canavar! Bu yüzden gerçekler, hayalleri yok eder! Bu yüzden hayaller gerçekleşmezler. Bazen bir insanın hayali, bir başkasının gerçeği de olabilir. Bu tamamen kumar meraklısı kaderin, senin yaşamın üzerine attığı zarlarla alakalıdır.
İsterdim ki:
Eşimle akşam oturup kahve içmek, sinemaya gitmek, birlikte yemek hazırlamak, beraber bilmediğimiz yerlere doğru yola çıkmak, hayatın güzel yönlerini keşfetmek, uzun bir yolculukta omuz omuza uyuyakalmak, sabah yatakta kahvaltı yaparken, portakal suyunu üzerimize döküp sakarlığımıza gülmek, kışın ortasında termosu alıp, karlarla kaplı bir bankta oturup, zencefilli çay içmek, ısınmak... Hüznü, neşeyi, her şeyi paylaşmak...
Ben.. Eğer olsaydı, bir kız çocuğum olsun isterdim. Kızlar daha duygusal, daha kırılgan ve daha vefalıdır ve masumiyeti ifade ederler. Kızımın ilk adımları... İlk kelimeleri... Baba deyişi... Koşulsuz sevgisi... İlk okul günü... İlk mezuniyet töreni... İlk balosu... Evliliği ve onunla gurur duyacağım birçok şey...
Sonra bir gün yaşlandığımda, hayatta ilk defa iyi bir şey yapmış olmanın mutluluğu ile köşeme çekilip, ölmek. Bu hayatta olmadı, varsa belki öteki hayatımda...
M.V(Günlükler'den...)

12 Eylül 2013 Perşembe

RENK ACISI

Renklerim vardı benim!
En güzel tonlarda...
Yıktılar renklerimi, kirli tonlarda boyadılar üstlerini.

Ölse mavi, kan kırmızı olsa yerler...
Yeşile serilen umutlarım sararsa, solsa...
Beyaz duygular, kara çalılarla sarılsa...
Ne olur o zaman?

Anlatabilsem;
aslında nasıl tüketildiğimi...
İçimdeki yaralarımı dolu dolu...

M.V

SOĞUK ODA

Hiç tanımadığım o sevgiliyi özlüyorum şimdi...
Karnımda o heyecanlı çirkin sancı...
Sanki gelecek odamın karanlığında boğulurken,
öperek bana nefes verecek.

Sanki diyorum zaten.
Olsa hani sevgilim...
Hani dersin ya "olsaydı"
Hani dersin ya "keşke"
Bende öyle diyorum;
öğrendiğimden beri keşkenin anlamını.

Her aşk şarkısı yabancı bana.
Dinliyorum, sanki ben sevmişim gibi.
Oysa gerçeklere hapsolmuş hayallerimin yasındayım.
Odamdayım, karanlık benim kadar içerisi.
Bekliyorum, biri sanki bulacak gibi beni.

Yalan!
Kendime söylediğim herşey yalan!

Yalan!
Ne sevgili sıcağı, ne de güzel hayat marşı.
Tek gerçek, yalnızlık ilelebet!

M.V

25 Temmuz 2013 Perşembe

ÇÖP ADAM

-Çöp Adam-
Mini Yazı

"Sizin çocuğunuz olması bu şartlarda tıbben mümkün değil" denildi onlara, kaç doktora gittiyseler. Sorun babamdaydı, "tedavi olmalı" denildi, kabul etmedi. Erkek egemen, iğrenç, bağnaz, din sömürgesi toplum "erkek adamsın! Sende sorun yoktur! Doktorlar ne bilir! Karında sorun!" diye cahilce söylendiler.

Annem çok dua etti, adaklar adadı. En değerlisi; gözyaşlarını akıttı. İmkansız denilen gerçekleşti on yıl sonra. Hamileliğin yedinci ayında sezaryana girmek zorunda kaldı. Tam oniki saat suni sancı verildi. İşkence sonunda sağlıksız, ağlamayla boğulma sesi geldi bebekten. Annem karnı yarılmış, kanlar içinde...

Doğduğumda sadece 2 kilo 150 gram'dım. Doktor "çok zayıf" dedi. Kaşlarım çatık, yüzüm memnuniyetsizmiş. Doktor bu seferde "sanki Dünya'ya doğduna pişman" dedi. 

Mr.Spock en sevdiğim ve ilk tanıdığım karakterdi. Kulaklarım onun ki gibiydi. Kepçe. "Mehdi kulağının arkası kehti" derlerdi. Tam resim yaparken, annem sarılıp, sığınağa kaçırır. Kalemim kağıdım dağılırdı. Savaş! Bomba! Ölüm! Ölüm var! "Korkmuyorum! Savaşın ölümü varsa, benimde annem var!"

Onu çok üzdüm elimde olmadan, hala üzüyorum. Kötü tohumum! Lanetli bebek! Doğmaması, olmaması gereken! Yedi aylık! Acı veren... Annesinin oğlu... Ne olursa olsun... Annem "meleğim"... En sevdiğim... Hep özür diledim. Ben "özürlüyüm"...

Dualar ettim, oniki-onüç yaşlarımda öldür diye beni Allah'a... Çok sert ve fütursuzca isyan ettim. Yirmi küsür yıl sonra ölümle yüzleştim. Korktum, geri çekildim. Tövbe ettim, ölmek istemedim. Şükrettim. Özelim sandım, değilim, anladım. Biliyordum, bu dünya beni anlamayacaktı asla...

Bir karalamaydım yeryüzne kazınan. İki kol ve bacak, peynir kadar akıl. Siz sağolun sevdiklerim, mutlu olun. Ben her türlü yamayım. İlk başta doğarken "çöp bebektim" şimdi büyüdüm "çöp adam" oldum. Karala geç beni hayat! Sen ancak çöp adam çizersin ama ben sana şahaserler çizerim. Hayatın kaleminden çöp adam.

12 Temmuz 2013 Cuma

-CENNET'İN DÜŞÜŞÜ 7.Bölüm-

Gavrilo Princip; bir köylü, bir isyancı… 1.Dünya savaşının pimini çeken kişi… Dört arkadaşıyla suikastı planlayıp,  Arşidük Franz Ferdinand’ı öldürdükten sonra yakalanarak mahkemeye çıkartılmış ve Prag’da bulunan Theresienstadt hapisanesinde tüberküloza yakalanarak ölmüştü. Oysa gerçek daha farklıydı. Arşidük’ün Saraybosna’yı ziyarete geldiği yani öldürüldüğü 28 Haziran 1914 tarihinde, suikast anından az önce, Saraybosna’da ki bir sokak arasında…
Gavrilo:
-Muhammed, iyi misin?

Muhammed Mehmedbasiç (Gavrilo’nun Boşnak arkadaşı):
-İyiyim. Sadece… Karnımda bir sancı var.

Gavrilo, elini Muhammed’in omzuna koyar:
-Korkuyorsun ama bu normal.

Muhammed:
-Korkmuyorum.

Gavrilo, elinde silah bekleyen Muhammed’in yüzüne bir süre bakıp:
- Silahı bana ver.

Muhammed, şaşkın ve güvensiz, titrek bir ses tonuyla:
-Neden?

Gavrilo tekrarlar:
-Gözlerindeki korku, tedirginliğini belli ediyor. Cesaretini alevlendirecek motivasyonun yeterli değil. Arşidük her an gelebilir. Yapamayacaksın ve her şey rezil bir hal alacak! Silahı bana ver. Ben yaparım!  

Muhammed, silahına bakar, sırtı taş duvara yaslı, yavaşça kaykılır ve oturur. Yüzünü avuçlarının arasına alıp, derin bir iç çektikten sonra:
-Bunu yapabilirim!

Gavrilo, 1894 Temmuz’unda Bosna-Hersek’te doğmuş sıradan Boşnak kökenli bir çiftçiydi ama milliyetçiliği yüksekti. Avusturyalıları, Bosna-Hersek’ten çıkartmayı amaçlayan, Genç Bosna(Mlada Bosna) örgütüne mensuptu. İlk başta Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürmek planları arasında sayılmazdı. Siyasetin kanlı tarafında bulunmanın, ailesini tehlikeye atacağından çekiniyordu. Arkadaşlarıyla içmeye gittiği bir geceye kadar kimseyi öldürecek kadar nefret dolu değildi.

Gece 10 sularında örgüt arkadaşlarıyla eğlenirken, evinin etrafında gölgelerden gelen, kapkara bir tehlike beden bulmaktaydı. Tavladaki(at ahırı) atlar huysuzlanmaya başlamıştı. Kapıdan içeriye dev siyah bir yılan süzülmekteydi. Köy yerinde yılanların görülmesi doğaldı fakat bu alışıldık bir yılan değildi. 15-20 metre uzunluğunda, bedeniyse 1 metre çapındaydı. Derisi üzerinde, adeta boğucu simsiyah dumanlar dans ediyordu. İçerisi yılanın gelişiyle beraber karanlığa bürünmüştü. Atlar huzursuzca kişnemeye ve kaçmak için kapılarına vurmaya başlamışlardı. Yılan, artık iyice içeriye çöreklenmiş, bedeni üzerinde boynunu geriye doğru kasarak, neredeyse ahırın tavanına kadar uzatmıştı. Yılanın simsiyah gözleri, hayvanları çileden çıkartmaya yetmişti. Atlar sanki ölecekmiş gibi delicesine oldukları yerde dönüyor, kapılarından çıkmaya çalışıyorlardı fakat Gavrilo, onların kapılarını demir madenden işlemiş, fazla sağlamlaştırmıştı. İçlerinden biri kapıya vururken, ön ayağını kırmış ve yerde acıyla çırpınmaya başlamıştı. Seslere uyanan Gavrilo’nun babası, yatağından söylenerek kalktı:

-Cehennem olasıca hayvanlar, bu saatte azdınız mı?

Eşi:
-Offff… Söylenme be adam, git bak! Belki Gavrilo’dur gelen. Gene içip, yolunu şaşırmıştır.

Gavrilo’nun babası mahmur gözlerle, gaz lambasını alıp evden çıktı ve ahıra doğru gitti. Yaklaştığında ahırın yanmakta olduğunu görünce, ahırın yakınında ki tulumbaya koşarak, yangını söndürmeye girişti! İçeriden atların acı içindeki çığlıkları duyuluyordu! O sırada alevlerin arasından, dumanla bütünleşmiş karayılan, Gavrilo’nun babasının üzerine saldırıp, onu dişleriyle paramparça etmişti! Yangının içinden üç gölge belirdi! Yanmış üç at bedeni, yerde yatan Gavrilo’nun babasının cesedine uzanarak birer parça kopardı! Böylece yanan atların bedenleri insan şeklini almışlardı! Büründükleri şekil; Gavrilo’nun üyesi olduğu Genç Bosna örgütünden arkadaşlarına aitti. Şayet Gavrilo, bütün bunlar olurken henüz Muhammed ve diğerleriyle dışarıdaydı. Gece yarısını geçtiğinde eve varmıştı. Havada ki duman ve yanık kokusunu alınca, koşmaya başladı! Annesi, babasının parçalanmış bedeninin yanında ağlama krizleri geçirmekte ve örgütten üç arkadaşı(yanan at bedenlerinden insan şekline bürünen) onu teselli etmeye çalışmaktaydı.

7. Bölüm Sonu

11 Temmuz 2013 Perşembe

-CENNET'İN DÜŞÜŞÜ 6.Bölüm-

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ 6.Bölüm (1.Dünya Savaşı)

Gelişim hep sancılıdır.
Dünya geliştikçe sancılarıda hiç bitmemiştir. İnsanlık, birçok acıyla yüzleşmiş, kara taih sayfaları ve utanç belgeselleri sergilemiştir. Acısından asla ders çıkaramamış, yinede sıkıntılara muktedir olmayı başarmıştır. Önce sorunu yaratıp sonra çözmekle uğraşmak...
İşte karşınızda tüm basiretsizliğini korumuştur.

-1.Dünya Savaşı-
16 YY'da, bugün Avrupa Birliği'nin köklerini oluşturan "Kutsal Roma İmparatorluğu'na" bağlı prenslikler birbirleriyle savaşmıştılar. Otuz yıl süren bu savaşlar sonunda barış sağlanmış ama imparatorluk güçsüz düşmüştü. Avrupa'nın birçok üşkesini yönetmiş olan "Habsburg Hanedanı"da siyasi hırsı yüzünden çöküşe geçmişti.
(Zaten evrim budur: Yükselen herşey, çöker. İnsanın yaşlanması gibi...)

Habsburg Hanedanı baskın bir şekilde katolikti ve protestanları şeytanın uşağı olarak görecek kadar aşırı ayrımcı bir tavır sergiliyorlardı. "Otuz Yıl Savaşları" sonunda, Kutsal Roma İmparatorluğu ve Habsburg Hanedanı zayılarken, Fransa ve İngiltere sömürgecilik ve Sanayi Devrimi ile güçlenmişti. Almanya ise bu alanda geride kalmıştı. 1815 Viyana Kongresiyle, bütün Dünya'da yeni güç dengeleri kurulmuştu. Bu durumun Rusya'nın lehine işlemesini engellemek isteyen Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak kurarak, Rusya'yla savaştı ve yendi. Sonrasında Almanya ve İtalya'nın büyük devletler arasına girmesiyle, Avrupa'da bloklar arası savaşlar boy gösterdi. 1914'te Saraybosna'yı ziyaret eden Habsburg Hanedanı'nın son veliahtı olan Franz Ferdinand'ın, adı Princip olan sırp bir milliyetçi tarafından öldürüldü. Veliahtın ölümüyle savaşı başlatan tetik çekilmişti. Almanya, Rusya'dan önce Fransa'ya seferini tamamlamak istedi. Bunun için ordularını, en kısa yol olan Belçika üzerinden geçirerek, Fransa'ya saldırmak için Belçika'dan izin istedi.İngilter'ye danışan Belçika, geçişe izin vermeyince, Almanya 1914 Ağustos'unda Belçika'ya saldırdı. İngiltere'de Almanya'ya karşı saldırıya geçti. Böylece üç cephede savaş başladı. Alman-Fransız Cephesi,Alman-Rus Cephesi ve Avusturya-Sırbistan Cephesi.

Kayıt dışı tarihte "Princip" şeytanın ilk olarak insan suretinde Dünya'ya gelişidir. Geldi, karıştırdı ve kayboldu. Nefret ettiği, kıskandığı ve asla kabullenmediği Dünya düzenini barış anında ilk bozuşu 1914 yılıydı.

-6.Bölüm Sonu-    

Annem Meleğim

Annem, az önce şunları söyledi:
-Sen herkesten daha iyisin. Herkes müdür olabilir, başbakan bile olabilir, zanaatkar olur ama sanatçı olamaz. Senin yaptıklarını kimse bilmesede benim gözümde büyük sanatçısın. Kimse senin yaptıklarını yapamaz, kendine güvenini kaybetme oğlum.

İşte benim için en kıymetli takdirdir bu sözler. En sevdiğim insanın sözleri... Beni çok gururlandırdı. Duygulandım. Bu sözleri ömrümce unutmayacağım.

17 Mayıs 2013 Cuma

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ -5.Bölüm-


CENNET'İN DÜŞÜŞÜ (İlah mı? Şeytan mı?)

İnsan, Tanrı'nın yarattığı bir başarı mı yoksa hata mı? Neden inanırız? İnanmak sosyal bir varlık olan insanın, içsel ihtiyacıdır. Yaratılışında bir amaç bulmaya ve kendini hayatın en güçlü halkası olarak görmeye başlayan insan, onu var eden bir sebebe inanma gereksinimi duyar. 

İnsan neye inanır? Gördüğü ve algısında şekillendirdiklerine... O zaman görmediği bir varlığa nasıl inanır? Telkinle ve insanın en karanlık güdüsü olan korkuyla! İnanmazsak, yanarız! Yüzyıllar boyunca, Tanrı yarattığı insanla çeşitli şekillerde iletişim kurdu. Onları sürü olarak, düzen içinde tutmak ve hizalamak için... 

Hayatın bir amacı ve kaderi olduğunu düşünen bütün insanlar, iyi ve kötü olarak iki denge oluşturdu. Bütün inanışlarda kötülüğün ve iyiliğin farklı simgeleri vardı. Hıristiyanlıkla birlikte Tanrı ve Şeytan doğdu. Bazı kaynaklar İncil'in değiştirildiğini söylerken, kimileri tamamen bir gezgin tarafından yazıldığını bile söylüyor. Bu gezginse Tanrı'nın oğlu olarak biliniyor. 

Bu kadar maddesel bir dünya da, metafiziksel güçlerin yönetimi mümkün mü? Veya bu güçler, zamanında yaşamı yönetiyordu ama şuan etken değiller. Kullanmadığınızda, uzun süreli pasifize olan gücün, formu ve özellikleri değişir. Tanrı metafiziksel açıdan, matematik ve zaman dışı, hesaplanamayan en üstün bilinçtir. Gücün en saf hali, sonsuz enerji ve yaratıcı kaynaktır. Öyleyse Tanrı; kusurlu olduğunu bildiği halde mükemmeliyetçiliği arayan insanlık için en mükemmel motivasyondur. Yoksa algı boyutumuzun kısıtlı perspektifinde sıkıştık ve kaçış yoluna mı ihtiyaç duyuyoruz?

Tahammülü zor olan dünyaya karşı avuntu arayışımıza, öteki dünya hayalleri diyebiliriz. Aslında hayatın amacının olmadığını anladığımızda, sonraki yaşamı da çıkartırsak, düşünce üstünde "yok" sanrılarına ulaşırız. İnsanlığın gelişimini ve ilerlemesini durduracak ahlak sınırlamalarından kurtulup, ilerleyebiliriz. Tanrı insanı yaratır, insan bilimi keşfeder ve bilim Tanrı'yı yok eder! En açmaz ironi... 

Dinler kendi içinde tezatlarla ve farklı yorumlarla doludur. Tanrı'nın, insanların ona inanmasına ihtiyacı yoktur. Öyleyse neden ona inanması için insanlara, dinler yollamıştır? Çünkü Tanrı; karanlık çağlarda, yaşanan insanlık çöküşünü, din kavramıyla hizaya getirmeye, durdurmaya çalışmıştır. Ya da birisi Tanrı rolünü oynayarak, bunu denemişte olabilir. 

Dinler kusursuz değildi. Hatta çok büyük eksikler ve yanlışlardan dolayı en büyük kıyıma sebep olmuş, en ölümcül silahtı! Din adı verilen, insanlık tarihinin en büyük hatası, emsalsiz mükemmellikte bir güçten çıkmış olamazdı. Dinlerin kusurluluğu ancak insan yapısının bozukluğunun bir yansıması olabilir. 

Demek ki dinler insanlar tarafından bulunmuş olabilirdi veya Şeytan'ın bir oyunu... Dünya'yı yok etmek ve Cennet Krallığı'nı ele geçirmek emeliyle Şeytan, din silahını kullanıp, insanlığın katliamına sebep olmaya çalışmışta olabilir. Kitaplar yazıp, insanları ve toplumları birbirine kırdırarak, Dünya'nın sonunu getirmeyi amaçlamıştır belki de... 

Elbette bunu tam olarak bilemeyeceğiz. Kim bilebilir ki? İnandığınız şey, içinizde hissettiğinizdir. Tin, her ne kadar setler ve mantığa ters uygulamalardan uzaklaşırsa, vicdanı daha fazla ortaya çıkar. Böylece daha çok düşünen, üreten, ve insancıl bir varlık olur. "İnandığın kendin olursan, kendine inananların olur."

-5.Bölüm Sonu-

M.V

        

30 Nisan 2013 Salı

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ 4.Bölüm

Uykuyu bilmeyen Nas'ın gökyüzünü seyrettiği bir yaz gecesiydi. 
Gözlerini binlerce yıldızdan görebildiklerine dikmiş, kafasında onlara şekiller veriyor, onu yaratan Tanrı'sının yıldızların arasında olduğunu tahmin ediyordu. Tanrı'sına seslendi. Sesi, her hangi bilinen bir dilde değildi. Daha çok bir hayvanın uluması gibiydi.

Bekledi ve Tanrı onu, gök gürültüsü ile cevapladı. Fakat bu kaba, sert ya da ürkütücü bir gök gürültüsü değildi. Daha çok neşeyle zaferini kutlayan bir ordunun, ellerinde içkileriyle hep bir ağızdan söylediği şarkılar gibiydi. Ardından yağmur başladı. Nas serinledi. Tanrı'nın elini, yüzünde hissediyordu. Gözlerini kapatıp, tadını çıkarttı bu ferahlığın. Ona aşıktı! Onu yaratana... Ve kalkıp ayağa neşeyle yağmurun altında, dönmeye, dans etmeye başladı.

Nas'ın her memnuniyeti ve sevgi gösterisi; onu izleyen Şeytan'ı, çileden çıkartıyordu. Tanrı bu ilkel, konuşmaktan bile aciz, ufak yaratığı nasıl kendisine denk tutabilirdi ki? Nasıl onunla kardeş olabilirdi? O sadece evcil bir hayvandı ve Cennet'in oğlu; Şeytan, onu evinde istemiyordu! 
Düşündü... Onu öldüremezdi. Bunu, onun yaptığı çok aleni şekilde belli olurdu. Ona sevgide besleyemezdi çünkü ondan nefret ediyordu! 

Sonra bir anda, kara derinliklerle kaplı gözleri ışıldadı ve siyah dudakları, gülümsemesiyle aralandı! Evin köpeğine; Nas'a kendini sevdirecekti! 
Onu mutlu edecek, yakınında olacak, koruyacak ve güvenini kazanacaktı. Bütün isteklerini yerine getirecekti. Hatta kendisinin bile bilmediği arzularını uyandırarak, ona hayal edemeyeceği hazlar sunacaktı! Ona kendini öyle bir sevdirecekti ki; Nas, yaratanına olan aşkını unutacak ve Şeytan'ı tercih edecekti! 
Böylece Tanrı, bu iki yüzlü hayvanın; ne kadar nankör ve çıkarcı olduğunu fark edip, hatasını anlayacak ve sonunda onu terk edecekti! Nihayetinde Cennet'in tek varisi olarak Şeytan; tahta geçecekti! 

-4.Bölümün Sonu-  

Mehdi Vasseti

29 Nisan 2013 Pazartesi

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ 3.Bölüm

İnsanlar, çağlar boyunca Tanrı veya tanrılar hakkında farklı şeyler söyledi. Toplumlar birbirileriyle inançları yüzünden, din yüzünden en kanlı savaşları verdi. Belki din bazı şeyleri düzeltmiş olabilir ama daha çok şeyi mahvetti. Herkesin kendi inancı, sadece onunla inandığı arasındadır. Bu hep böyle kalmalıydı...

Karanlık çağlar... İlk insandan sonra...

Der ki: 
"Kötülük siz onu ortaya çıkarmadığınız sürece, masumdur!(M.V)"

İlk önce dinozorlar, bitkiler veya böcekler yoktu. Fani biliminin ve tarihin öncesinde bir zaman vardı. Dünya henüz inşa edildiğinde... Şeytan, babasına olan nefretini, kırbacıyla Dünya'ya kustuktan sonra var olan bir zaman! 

İlk insan, en yüksek dağların üzerine tırmanacak, en derin suların derinliklerinde yüzecek ve ihtiyacı olanları kendi "yaratabilecek" kadar güçlüydü! Yaratanına yakındı. Tanrı'yla konuşabiliyordu. Tanrı bu değerli ufak eserine ihtiyacı olan her şeyi sağlıyor ve onu hediyeleriyle şımartıyordu. İlk insan "Adem" değildi. O çok daha sonraydı. Onun adı, Nas'tı! Tanrı, Nas'ın kulağına uyan dediğinden beri o hiç uyumamış, buna ihtiyaç duymamıştı. Akıllıydı! Çeşitli icatlar yapıp, hayatını kolaylaştırıyordu. Güçlüydü! Gücünü bileylemek ve kanıtlamak için Tanrı'sından ona rakip, kudretli varlıklar yaratmasını istiyordu ve hepsini mağlup ediyordu! Telepattı ve bunu kinetiğe çevirip, nesneleri hareket ettirebiliyordu. Büyücüydü; etrafında bulunan enerjiyi şekillendirip, kullanabiliyordu. En önemlisi Tanrı, Nas'ı çok seviyordu. Bu sevgi, Şeytan'ı içten içe kahrediyordu. Nas'ı kıskanıyordu! 

Bir gün, öfkesini bastırıp, uzun süre düşündükten sonra Tanrı'nın huzuruna varmıştı. Kuzguni saçları, Cennet'in zümrüt ağaçlarından yapılmış zırhı, yakut pelerini ve tüm içtenliğiyle diz çöktü Şeytan:
-Her şeyin yaratanı, en kudretlisi, sonsuzluğumuz, yüce efendimiz, baba! 

Tanrı, tahtında oturmuş, sükunla bekliyordu:
-Konuş, tek oğlum! Nedir övgülere sebep?

Şeytan başı eğik, gözleri zeminde:
-Çocukça bir öfkeye kapılıp, haddimin çok üstüne çıktım ve bana sunduğun değerli sınava hiddetlendim. Beni affetmeni diliyorum. Yaratığına hükmedeceğim ve Cennet tahtına layık olduğumu kanıtlayacağım!

Ve Tanrı dedi ki:
-Ona bir isim verdim! Adı Nas! O, bir yaratıktan fazlası. O, bana benzer! Benden bir örnektir.

Kısa bir süre duraksar, önünde diz çökmüş oğluna bakar ve sözlerine devam eder:
-Bana benzettim ki, yabancılık çekme! Bana benzettim ki; onun gözlerine baktığında beni gör! Bana benzettim ki; onun dediklerinin, benim dediğim olduğunu bil! Ona köle gibi değil, benim yaptığım gibi sevgiyle yaklaş. Kardeşin gibi...! Çünkü Nas'da benim oğlum! Onu sana bir kardeş olarak yarattım!

Şeytan, başını hızlıca kaldırdı, gözlerini Tanrı'ya dikti ve ağlayacak kadar yıkılmış bir halde:
-Bu nasıl mümkün olur? Ben senin tek sevgili oğlun iken, seni bu kadar severken... Tüm anlamım sensin baba! Bütün her şeyim! Sana olan sevgim, sadakatim yetmedi mi ki, bir başka evlada ihtiyaç duydun? 

Şeytan, ayağa kalktı kızgın, eliyle yeri göstererek: 
-Her gün üzerine bastığım çamurlardan yarattığın bir oyuncaktan bahsediyoruz! Bir ucube, nasıl benimle denk olabilir? Ona nasıl "oğlum" diye seslenirsin? Bu nasıl bir düzmece, nasıl bir oyun? 

Tanrı, sakince devam etti:
-Onu kabul edeceksin! Ona bilgiyi, mücadeleyi ve her şeye rağmen kazanmayı öğreteceksin. Sadakati! İmanı! Zaferi ve Cennet'i..!

Şeytan iyice kızmıştı!
-Yüce efendimiz, her şeye kadir Baba! Bu ne demek? Onun Cennet'i bilmesine ne gerek var? Ne zaman bu şerefe haiz oldu? 

-Nas'da benim oğlum ve dolayısıyla varisim! Seninde kardeşin. Onun da gerçek evi, ait olduğu yer; Cennet! Dünya, onun için geçici bir tecrübe!

Şeytan'ın sesi yükseldi:
-Onun evi; o biçimsiz küre! O, hep Dünya'da kalmalı! Buraya ait değil! Varisin benim baba! Cennet ve toprakları benim varoluş hakkım! Bana sözün! Yoksa her şeyi yaratan ve muktedir Tanrı'nın, sözünün değeri yok mu? Yoksa artık vaatlerine şüpheyle mi yaklaşmalıyım?

Tanrı, onun bu kendini bilmez tavrına öfkelendi sonunda ve kulakları sağır edecek bir gök gürültüsü gibi yükseldi sesi:

-YETER!

 Birden Şeytan'ın üzerinde durduğu zemin onu kollarından ve ayaklarından kavrayarak, yukarı kaldırdı! Kendi saçları simsiyah balçığa dönüşüp, ağzını kapattı ve konuşmasını engelledi! Tanrı tahtından yükseldi ve bütün her tarafı karanlık kızıl sisler kaplamaya başladı! Taht yolunun, elmaslarla örülmüş basamakları, oldukları yerden ayrılıp, kor alevlere dönüştüler! Yerden, göğe alevler doğdu! Öyle ki; bütün Cennet'i kül etmeye yetecek kadar! Şeytan ilk defa bu kadar ileri gitmiş, bir o kadar da korkmuştu! Gözleri dehşetle doldu!

Tanrı ona yaklaştı:
-Seni şuan yok edebilirim! Oğlum olman, ben istediğim içindir! Ve yine ben istediğim için yok olursun!Verdiğim imtiyazların hepsini alabilirim! Sen veya Nas(insan) ya da bir başkası sadece ben istedikçe varsınız! Ben yaratanım! Sizse sadece yaratılan! 
Şimdi odana git! Emirlerimi bir daha sorgularsan, sana öyle bir yerde taht veririm ki, orada sadece acı ve eziyet olur. Seni sonsuz ıstırapla cezalandırırım!

Ve sonra Tanrı onu serbest bıraktı. Şeytan, bir çocuğun korku dolu bakışlarıyla, babasına baktı. Özür dilemeyi bile başaracak gücü kendisinde bulamadan, yıkılmış bir halde, oradan uzaklaştı.

-3.Bölümün Sonu-        





        

25 Nisan 2013 Perşembe

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ 2.BÖLÜM


CENNET'İN DÜŞÜŞÜ (Asla Anlatılmamış Hikaye)
-Bölüm 2-
Oğlunun yerlere kadar uzayan kuzgun rengi saçlarını, bir şelalenin güçlü ve ferahlatıcı dökülüşüyle okşamış Tanrı ve uzatmıştı ona hediyesini; Dünya'yı...
Şeytan sordu babasına:
-Nedir bu, her şeyin yaratanı?

-Bu buzla kaplı, mavi ve serin küre, Dünya diye anılacak. İçindeki yaratımın adıysa; insan! Cennet tahtı sana büyük bir güç getirecektir lakin gücü kullanmayı bilmeyen hiçbir kralın hükmü sürmez. Yaşamlar yarattım ve yok ettim. İçleri milyonlarca türle dolu galaksiler ve gezegenler var ettim. Ruhsuz kayalar ve bitkilerle dolu çukurlar... Doğduğunda, sana oynaman için fırtına, deprem ve seller verdim ki güçlenip, neşe bulasın. Her seferinde daha iyi yaratır oldum. Kusursuza yakın... 

Bu insan, tasvirde bize benzer. İçindeyse Cennet'ten nefese sahiptir. Kendi düşünür, hisseder, karar verir ve benden özellikler taşır. Var olma amacının gerçekleşeceği gün geldi oğlum ama önce son bir sınavın kaldı! Önce onun kralı olacaksın. İnsanı sen yöneteceksin!  

Şeytan, çocuksu bir hayal kırıklığıyla:
-Lütfunun bu derecesine haiz olmak bana onur verir baba ama geçtiğim sayısız sınavdan sonra hala güvenine layık olamadım mı ki; beni "insan" adını verdiğin bu yaratıkla sınamak istersin? 

Tanrı gülümser:
-Unutma güzellik timsali değerli oğlum! Sen henüz gençliktesin ve Cennet'in yönetimi tecrübesizliği, hatayı kaldıramayacak kadar narindir. Benim yarattığım, bu insanı bile yönetemezsen, burayı nasıl yöneteceksin? 

Tanrı, Şeytan'ın ellerini elleri arasına alır ve en derin kuyu kadar dipsiz gözlerine bakar:
-İnsanı senin için yarattım ama bunu o bilmeyecek. İçine, senin bilmediğin bir çok hile de sakladım. Onun kendi iradesi ve aklı var. İnsan senin ilahlığını kabul ederse, Cennet tahtı, bütün güzellikleriyle tamamen senin olur!    

Arkasını dönüp, odadan uzaklaştı... 

Şeytan ellerinde tuttuğu Dünya'ya ve içinde öylece uyuyan insana kızgın gözlerle bir süre baktı. Sonra bütün hiddetiyle yere fırlattı! Dünya parçalara(kıtalara) bölündü ama dağılmadı. Şeytan daha da kızdı! Belinden, yaşayan ateşle çevrili kırbacını çıkartıp, yerdeki küreye tüm gücüyle vurdu! Onun kırbacı normalde tek dokunuşuyla, gezegenleri kül edecek kudrette idi ama Dünya'ya sadece bir kibrit ateşi kadar (Şeytan'ın bu vuruşu Cennet tarihinde "Magma" diye anılır. Böylece Magma ve lav yatakları oluşmuştur) etki etmişti. Şeytan daha çok hiddetlendi. Bir kere daha vurdu! Sonra bir daha..! Dünya sarsılıyor, hatta acıyla çığlık atıyordu! İç yapısı çok hasar görmüştü ama yok olmamıştı! Tanrı onu sağlam yapmıştı! İçinde ki yaratık(insan) ise hala uyuyor ve sanki etrafında, onu koruyan bir kalkan varmışcasına hiç bir şey duymuyordu. 

Sonunda Şeytan durdu, Dünya'yı bu şekilde yok edemeyeceğini anladı ve kırbacını kaldırıp, tekrar kınına soktu. Dünya'nın başında oturup, elini çenesine götürdü. Onu seyretmeye başladı. İçinde uyuyan insana dikti gözlerini. Düşünüyordu... 

O sırada Tanrı, insanın kulağına fısıldadı:
-Uyan!

24 Nisan 2013 Çarşamba

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ (Asla Anlatılmamış Hikaye) 1.Bölüm


-İlk-

Kötü ve iyi ayırt edilebilecek kadar net ve herşey daha seçilebilir durumdayken... Henüz kötülük, evrene zehrini akıtmamışken. Tanrı kainatı yaratmadan, sayılamayacak kadar uzun zaman evvel... Cehennemin olmadığı, sadece Cennet Krallığı'nın yükseldiği bir dönemde... Sonsuz bir enerji boşluğunda, Tanrı ve oğlu varmış. 

Oğlu; gökyüzü kadar cesaretli, rüzgar kadar hızlı, yıldırım kadar hiddetli ve ateş kadar hırslıymış! Tanrı, oğlunu çok severmiş ve tahtının varisi olacak şekilde onu yetiştirmiş. 
Birgün Tanrı, onun için bir hediye hazırlamak istemiş. 

Cennetin rengarenk topraklarını, kör edici güzellikte parlayan sularıyla yoğurmuş. Sürekli esen, yaşam rüzgarlarından alıp, ruh nefesini katmış. Oğlundan esinlenerek, hediyesini şekillendirmiş. Böylece "ilk insanı" yaratmış! Sonra onu kutsayarak, Dünya adında ki küreye koymuş.  

İçinde yarattığı ilk insanın olduğu küre(Dünya)yi alıp, Cennet'teki geniş sütünlarla kaplı, altın koridorlardan ilerleyerek, odasında taç giyme töreni için hazırlanan oğlunun yanına  gitmiş. Zümrütlerle kaplı ve yerden göğe kadar uzanan devasa kapıları aralayıp, melekler tarafından dövülerek su gibi işlenen yakut pelerinini giymekte olan oğluna seslenmiş. Babasının tok ve rahatlatıcı ses tonunu duyan "Şeytan" hızlıca yanına gidip, babasına sevgiyle sarılmış. 
-Huzurunla, bana selamet getirdin baba!

Tanrı, Şeytan'a gülümsemiş:
-Huzurum ve selametim seninle yüce oğlum.

-1.Bölüm Sonu-

M.V(Cennet'in Düşüşü)

Maske


Yazacak o kadar çok şeyim vardı ki... Yazmamak için dolaştım, sigara içtim ve düşündüm. Nihayet şuan yazacak hiç bir şeyim kalmadı. İçime attım, rahatladım. Şimdi tekrar "her şey yolunda" maskemi takıp, iyilik enayisi ruhumu ve adam olan kişiliğimi, az da olsa gizleyebilirim.

23 Nisan 2013 Salı

Hata


Hata sadece insana mahsustur. Bununla, hayat boyu ölçümleriz kendimizi. O muhteşem hayatın kendisi zaten hatalar üzerine kuruludur.

Hatayı nasıl tanımlarız? Bildiğimiz, eylemlediğimiz, alışkanlık edindiğimiz ve bize öğretilenin karşıtına, çarpığına veya eksiğine hata deriz.

Hata yapılabilir fakat bazı hataları yapmamaya çalışmalıyız. Sevdiklerimizi kırmamak, üzmememek gibi... Sevgi, temeli kolay atılan ama katları zor çıkılan bir yapıdır. Yıkıldığında, baştan yapsanız bile asla eskisi gibi dayanıklı olmayacaktır!

Ben birşey bilmiyorum... Siz bilirsiniz... Bir gün kırdığınız kişilerin sevgisini onarmak için geç kalabilirsiniz.

Unutmadan... Hatanın birde kardeşi vardır; o da umursamazlık! Hatalarınızı umursamazsanız, siz sadece "hata" olursunuz ve insanlığınızdan geriye çok az kalır.

M.V(Günlükler'den...)

18 Nisan 2013 Perşembe

Doğum Günü 19 Nisan


...insanlar geçer; 
fotoğraflardan, anılardan, yaşamdan. 
Şarkılar dinlenir, söylenir bazen. 
İz bırakır, iz alır, hatıralar kalır.

...hayat akıp gider;
değişir yönü, şekli.
Kayaya da çarpar, yanlışa da düşer insan.
Sever de... 

Kaybedersin, kazanmak için uğraştığını 
veya
kazanırsın hiç uğraşmadan.

...insanlar geçer;
durup seyredersin, kimseyi durdurmadan.
Yönünü değiştirmeden.

Hayatta bildiğin ve bilmediğin her şey geçip, gider
ama
o asla bitmez.

Yaşam rolünü hep aynı oynar.
Soğuk ve donuk koltuklarında anıların, 
hayat devam eder.

Seni filmin başrol oyuncusu gösterir.
Sinema boşalır...

Adın geçmez...

M.V(Günlükler'den) 

4 Mart 2013 Pazartesi

CENNET'İN DÜŞÜŞÜ!

-ÖZET-

Tanrı, insanoğlunu yola sokmak için meleklerini Dünya' ya yollar. İnsanlığın sapkınlığını düzeltecek ve düzeni kuracak olan melekleri... Görevlerini tereddüt etmeden ve sorgulamadan yapan melekler, kötülüğü Dünya üzerinden silmeye kararlıdır. Tek sorun, yapma şekilleridir.

Melekler, Tanrı'nın yolundan sapan ve kötülük yapan herkesi öldürmeye başlarlar! İnfazları durdurmak ve insan hayatının değerini unutan melekleri yola getirmek için özel bir ekip kurulur. İleri teknoloji ve yeteneklerle donatılmış bu ekibin görevi, melekleri geldikleri yere, Cennet'e geri göndermektir!

akat amaçlarında neredeyse başarısız olurlar. Meleklerle baş edemeyeceklerini anladıklarında, kendilerine güçlü bir müttefik bulurlar. Yüksek mertebede bir din adamından yardım alarak, melekleri durdurması için Cebrail'i çağırır ve ekiplerine katarlar!

Cebrail'e karşı koyamayan ama verilen görevi de yerine getirmeye kararlı meleklerse, karşı hamlelerini Şeytan'la anlaşarak yapar! Cennet'in en kadim ve bilge meleği ile krallıktan kovulmuş eski bir melek şimdi insanlığın savaşında karşı karşıyadır! 

Bütün bunların sonunda Tanrı, yüce elini Dünya'ya uzatıp, nihayet Şeytan'ı yok ederek savaşı bitirecektir!

28 Şubat 2013 Perşembe

İRAM (Miladi 2120 Hicri 1545)


Mehdi (Miladi 2120 Hicri 1545)


Ailemizden sonra dostlarımız yön verir hayatımıza. Hatta bazen ailemizden bile önce. İşte Gökhan, benim için öyle! Bana gerçek kardeşliği, dostluğu ve "destek" olmayı öğreten, 18 yıllık gönül ve can can dostum olan değerli insan.

Birlikte çok anımız var. Hepsi ayrı macera. Gerçek dost, sizi sizden bile daha iyi tanıyıp, sevendir. Birlikte gülüp, ağlayabildiğinizdir. En sıkıntılı anınıza sizi neşelendiren, en umutsuz anınızda size çözüm arayan ve bulandır. Her zaman yanınızda olduğunu bildiğiniz kişidir. İşte ben bu yüzden şanslıyım. İyi ki varsın, vefakar ömür yoldaşım. 

24 Ocak 2013 Perşembe

O

O kadar yoruldu ki gönül. Ne satır araları güvenli şiirlerin, ne de kafiyesi tutuyor sonların. Ne kalem tutacak heves, ne de gönülde bir taze nefes kalmamış. Hadi dese biri, gelirim yine de... Aaah o biri yok mu, o biri... Yok! Hiç olmadı ki... Olsaydı ben böyle mi olurdum? Yalnız mı kalırdım. Neredesin "o" ? M.V

21 Ocak 2013 Pazartesi

Kara Zehir!

‎...ve her sefer aşık olduğum o içimde yarattığım kadın! İnançsızlığın ile ben ölürken kendi sevgimde, sen iç kanımı, cehennemi müjdeleyen meleklerle! Damarlarımda kan yerine beton dolaşıyor, sertleşiyor kalbim! Sigaramı seviyorum, beni öldürürcesine boğan o s..kilmiş dumanı, ferahlatıyor hayatımı! M.V( Kara zehir/ Günlükler'den...)

18 Ocak 2013 Cuma

Karakterim İyi Değil

İlk olarak, her şeyi bildiğimi sandığım anda, aslında henüz hiçbir şeyi tam olarak bilmediğim ve bilgeleşme sürecimin daha çok azının tamamlandığını anlıyorum. Ne yazık ki daha çok cahilim. Karakterim bile oluşumunu tamamlayabilmiş değil. Dedikodu, ikiyüzlülük, ihanet ve buna benzer, tehlikeli insani kusurlara sahibim. Kahredici olansa; bu pis huyların, kişiliğimin bir parçası olması. İntikam, kin gibi duyguların zararını tam olarak anladım. Kafada kurgulayıp, hareket etmenin zararını… Ben kaybetmeyi hak ederek kaybettim. Şimdi bir süre hareketsiz kalacağım. Her yerim yorgun ve pişman…