Hürriyet

19 Haziran 2012 Salı

KAL AN (Bölüm 1)

Müzik: Uttara Kuru – Wings Of The Eagle

Doğduğumuzdan bu güne yaşadıklarımızı yazmayı, en az bir kere hepimiz istemişizdir. Doğum bütün mucizelerin anasıdır. Doğa ana gibi… Hepimiz doğanın bir parçasıyız. İnsan beşeri bir varlıktır ve medeniyetler boyunca bir şeylerin parçası olmuştur. İçinde bulunduğumuz yapılar ve şartlar ne olursa olsun, mutlaka bir şeylerin parçası olduk! 

Unutmayın! Bir şeyler ya da birileri asla bizim olmadı! Biz onların olduk! Bizim sandığımız her şey, o sonsuz uyku ile birlikte, onları bıraktığımız yerde kalır. Hatta kendimizden birçok parçayı da; birilerine ve bir yerlere bırakırız. Kendimizi ise ölüm adlı kapının vestiyerine, temelli emanet ederiz ve kapı kapanır!

AŞK


Müzik: Karunesh The Wanderer

-Âşık olalım! Haydi yapalım! 
-Neden? 
-Çünkü intihar etmek istiyorum!
-Ama neden?
-Çünkü buna değer!

Aşk aslında indirime giren koca bir grosmarket gibidir. Mağazanın açılacağı ve indirimli ürünlere hücum edeceğiniz dakikayı beklerken, dışarıda upuzun bir kuyruk oluştururuz. Herkese uygun ürünler içeridedir ve açılış dakikası yaklaştıkça heyecan artar. Saat gelir ve nihayet kapı açılır… Aşk’a giriş!



-Aşk Sahnesi-

Müzik: Gal Costa – Je Era Tempo

Erkek:

Şık kıyafetlerini giymiştir. Kravatını aynanın karşısında düzeltirken, kaldığı otel odasındaki termometreye gözünü kaydırır. Roma’da Temmuz sıcağı, klimaların kolay baş edemeyeceği seviyededir. Gece çok yenidir. Erkek tek başına geçirdiği tatiline, renk katacak bir parça macera eklemek amacıyla, odasından çıkar. Bara iner…

Beyaz ceket taşımak kolay değildir. İlk defa giyiyorsanız, size yabancı gelebilir. Ayrıca kesimi de çok önemli… Vatkalar asla belli olmamalı! Pantolon mutlaka siyah renk ve jilet gibi olmalıdır. Ayakkabılarınız İtalyan açma deri ve ayna gibi… Gömleğiniz; kırık beyaz… Kravat ince ve gömleğinizle zıt tonlarda… Eski moda gibi görünse de, bir klasik olarak papyon tercih edilmelidir.
  
Bara yaklaşır. Martini söyler ve barmenden rica eder:


-Lütfen çalkalamayın, sadece karıştırın(mix, but don`t shake).

*James Bond’u yaratıcısı; Ian Fleming’in, Bond karakteri ile özleştirdiği şahsi içim şeklidir ve ölümsüz repliği...  

Müzik: Amalia Rodrigues – Havemos De Ir A Viana

Kadın:

Otele geldiğinden bu yana 45 dakika olmuştur ama halen valizlerini yerleştirememiştir.  Hem sıcak ve yol yorgunluğu, hem de yeterince serinletmeyen “lanet olasıca klima!” Telefonu çalar. Erkek arkadaşı… Tam açacakken şarjı biter. Sinirle, yatağa atar kendini. Yatağın üzerinde duran, yarısı dolaplara pay edilmiş bavulundan şarj cihazını aramaya koyulur. Bulamaz… Her şey bu kadar aksi olmak zorunda mıdır? Düşünür ve önce bir içkiye ve kafasını toplamaya ihtiyacı olduğuna kanaat getirerek, oda servisini arar, yarım yamalak İtalyancasıyla:
-Bere per favore(İçki lütfen). 

Müzik: Marisa Monte – Speak Low

Odasının balkonuna çıkar ve dışarıyı seyretmeye başlar. Yıldızları, palmiyeleri, otel havuzunu, barı ve insanları… Hafif bir esintiye denk gelir. Keyfine iyice varmak için korkuluklara yaslanıp, gözlerini kapar ve omuzlarını ileri çıkartıp, başını hafifçe gökyüzüne kaldırır. Askılı, beyaz elbisesinin etek uçları esintiyle vals yapmaktadır. Rüzgâr; yumuşak ve cüretkar şekilde, bedeninin her köşesine dokunurken, bakışları tekrar aşağı kayar. 

Rastgele bakındığı insan kümelerinin  içinden, birine daha fazla bakış ayırır. Daha fazla bakılmayı hakeden adamı görür. O henüz rüzgârla flört eden, güzel kadını görme şansına erişememiştir. “Buradan göründüğü kadarıyla yakışıklı… Sadece bu değil, başka bir şey var! Saç kesimimi? Duruşu mu? Tam seçemiyorum… Giyimi olabilir mi? Casablanca filminden fırlamış, Humphrey Bogart tarzı takımı… Evet! Zevk sahibi biri!” 


DEVAM EDECEK...