Hürriyet

22 Şubat 2012 Çarşamba

BEBEK (12.Bölüm)

İş çıkışı, akşam saatleri…

-(*)Adalı’dayım tatlım. Sen neredesin?

-Şimdi indim. Geliyorum.

(*)Adalı’dan kısaca bahsedeyim. Tam ismi “Adalı Bar” olarak geçiyor. Taksim Mis Sokak’ta, Hakan'ın işletmeciliğini yaptığı Bar’ın adı.

O gün Hakan yoktu. İzinliydi ve evde dinleniyordu. Ben laptop’ımı açmış yeni bir yazı dizisi yazıyordum. On dakika kadar sonra Gülay gelmişti.
-Naber canım?

-Hoş geldin. İyidir. Senden..?

-Ay nolsun. Hakan yok mu?

-Bugün izinliymiş. Yemek yedin mi?

-Yok canım, yemedim. Yiyelim istersen.

Aslında yemekten sonra söylemeyi düşünüyordum ama …
-Gülay ben bu bebeği evlat edineceğim!

Gülay’ın suratında hafif alaycı bir tebessüm belirdi ve elini “ya Metin yaa” anlamında hafifçe kaldırdı. Elini kaldırdığı hareketin, birebir sözlü duyumunu da işittim zaten. Gülümseyerek:
-Yaa Metin ya. Hacı bebeği verdik, bitti. Ne evlat edinmesi? Ben anlamadım.

-Evet verdik ve şimdi geri alacağım. Beni Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan aradılar bugün. Bebeğin ailesini bulamamışlar ve istersem evlat edinebileceğimi söylediler. Gülay, 32 yaşımdayım. Aile kurmak istiyorum ama sevgilim bile yok. Beğenilen bir insanım fakat sevgili olmak için fazla iyiyim. Ben… Birçok konuda fazla olgunlaştım. İlişkilerde dürüstlük, sevgi, saygı ve özverinin en önde geldiğini çok uzun zaman önce, daha çocukken anladım. Ne yazık ki, kadınların geneli hala onları ağlatan, üzen, üzerine düşmeyen, önemsemeyen, kaba ve gelişmemiş erkekleri tercih ediyor. Genelin dışında kalan kadınlar ile de benim yollarım kesişmiyor.  Tatlım kabullenmem lazım. Ben alışıldık erkeklerden değilim ve insanlar alışkanlıkları dışında birini seçmeye çekiniyor.

-Sen fazla iyisin. Bekle elbet birini bulursun. “Her kör satıcının, bir kör alıcısı vardır” derler.

Gülümsedim.
-Aile kurmak için körü körüne bekleyemem. Ayrıca değişemem. İyiliğe ve doğruluğa inandığım için yalnız kalacaksam, buna katlanabilirim ama boş umutlara bel bağlamaya artık katlanamıyorum.

-Peki ne yapacaksın?

-Bir kızım olmasını çok istedim. Sanki Allah dualarımı kabul etmişçesine o gece, Çanakkale yolunda, bu bebeği karşıma çıkarttı. Sonra ondan vazgeçip, bebeği karakola teslim ettik ama bugün, onu evlat edinmem için beni aradılar! Biliyorsun, ben tesadüflere inanmam. Bütün bunların bir anlamı var! O bebeğin kaderinde ben varım! Benimde kaderim de o! Bu yüzden yarın onu evlat edineceğim!

Gülay beni sakince dinledi. Onunla konuştuğumuz her konudan daha farklıydı bu…
-Nasıl bakacaksın?

-Onu çok severek, ilgilenerek… Kendime çok daha az zaman ayırarak ve masraflarımı kısarak.

-Sence bu kadarı yeterli mi? Çocuk yetiştirmek sadece bunlarla oluyor mu?

-Tabi başka şeylerde gerekli…

Gülay devam etti:
-Metin, söz konusu olan bir bebek! Gece ağlayacak, uyanacaksın. Bazen hiç uyumayacaksın. Hasta olduğunda başında sabahlayacaksın. Kendine zaman ayırmayı bırak, bütün sosyal hayatını çöpe atacaksın! Maddiyatı zaten söylemiyorum. Kuruşunu hesaplaman gerekecek! Hem en önemlisi, bu bebeği “anne” diyebileceği biri olmadan yetiştirmen doğru mu? Anne sevgisini arayacak, anne şefkatini isteyecek. Çalışıyorsun ayrıca… Sen işteyken kim ilgilenecek? Kime bırakacaksın? Ya da başkasına gönül rahatlığı ile bırakabilecek misin? Bence çok kolaymış gibi düşünüyorsun ama kolay değil!

Benden cevap gelmedi. Sadece bir sigara daha yaktım. Başımı önüme eğerek, dumanı burnumdan dışarı üfledim.

-Tülay’ın haberi var mı?

-Yok. Ona söyleyemedim. Aradım ama cesaret edemedim.

-Neden?

-Çünkü…

Duraksadığım yerden Gülay devam etti.
-Çünkü ona söylersen demediğini bırakmaz hacı! Biliyorsun değil mi?

-Evet. Sence söylemeli miyim?

Gülay “manyaklaşma” dercesine kaşlarını kaldırarak, gülümsedi.
-Bence hiç söyleme.

Sigaramı küllüğe bıraktım yavaşça. Kollarımı birbirine kavuşturarak, iki dirseğimi masaya yasladım.

-Tatlım, haklısın. Söylediklerini bende düşündüm. Eğer bu bebeği evlat edinmezsem ve başka biride edinmezse, onu bir yetimhaneye verecekler. O yetimhanelerde her şeyden yoksun yetişecek. İlgi, sevgi, anne, baba… Özel olma! Ben onun, bundan daha fazlasını hakkettiğine inanıyorum. Kolay olmayacak ama bugüne kadar hayatımda “kolay” kelimesi asla olmadı! Bunu yapacağım Gülay! Benim bebek sahibi olmayı ne kadar istediğimi biliyorsun. Ayrıca delinin bir olduğumu da… Bu ikisi birleşince, ortaya benim “kararım” çıkıyor! Bana desteğini hiç eksik etmedin (Gülay gülümser) ve asıl şu dönemde, desteğine çok ihtiyacım var!


Gece, heyecandan ve korkudan uyuyamadım. Ertesi sabah, işyerimden izin alıp, istenilen bütün evrakları götürmüş ve işlemleri başlatmıştım. Evraklarımın incelenmesine müteakiben, ortalama bir hafta süre içinde bana geri dönüş yapacaklarını söylemiştiler. İçimde bir taraf geri dönüp, bu işten vazgeçmemi söylüyordu çünkü bu işin altından kalkabileceğime inanmıyordum. Paylaşmak amacıyla Gülay’ı aradım. Meşgul verdi. Büyük ihtimalle meşguldü. “Daha sonra beni arar” diye düşünerek, ofise doğru yol aldım. İş yerime ulaşıp, bilgisayarımın başına geçtiğimde Gülay aradı. Son gelişmeleri aktardım ona…

-Umarım her şey yolunda gider canım.

-Merak etme Gülay’ım. Gidecek.  

“Gitmeli, gitmek zorunda…” diye içimden geçirdim.

Gülay’la konuşmamız henüz bitmişti ki… Tülay aradı. Cuma akşamıydı ve biz uzun zamandır görüşmediğimiz için birbirimizi özlemiştik. İş çıkışı onların evinde toplanacaktık. Plan buydu ama uygulama bu şekilde olmamıştı...  

İşten çıkmış ve Çemberlitaş’tan Karaköy’e doğru, tramvay yolunun paralelinde ilerliyordum. Karaköy’den “Tünel” aracına binecektim. Dediğim gibi… Plan buydu…

Uygulamaya gelince;
Sirkeci’de ışıklardan karşıya geçerken, kırmızıya yakalanmamaya çalışan bir araç, bana yakalandı. Dışarı ses çıkmış mıydı o an? Bilmiyorum ama ben kemiklerimin birbirinden, acıyla ayrılırken attıkları çığlığı(kemik kırılma sesi) gayet net duymuştum. Aslında bacağım kırılmasaydı, kalkıp adamı dövecek ve sonra yavaş adımlarla planıma ilerleyecektim. 

Böyle gelişmemişti…

Yerdeydim… İnsanlar bana bakıyordu… Acımı tutamıyorken, ağlıyorken ve yerdeyken… Çok kötü görünüyor olmalıydım. Elim telefonumu arıyordu. Birinin “ambulans çağırın” dediğini duydum. Kendi ambulansımı kendim arayabilirdim. Telefonumu ceketimin iç cebinden çıkarttım ve 112’yi aradım.

-Acil buraya bir ambulans yollayın. Bacağım kırıldı ve duramıyorum. Çok acımaya başladı.

Millet hayretle bana bakıyordu. Ellerim titreyerek bir sigara yaktım. Birazdan ambulans geldi ve en yakın hastaneye doğru yola koyulduk. Ben oradan, acı ve huzursuzluk içinde uzaklaşırken…

Hakan ve Tülay akşam için hazırlık yapmışlardı bile.

...

12.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...

16 Şubat 2012 Perşembe

BEBEK (11.Bölüm)

İstanbul, Beşiktaş. Tülay’la Hakan’ın evi…

-Anlamadım Hakan?

Evin içinde, bir o yana, bir bu yana, sinirle dolaşan Hakan; başını iki elinin arasına alır önce, çenesini ovuşturur sonra. Tülay’a dönerek:
-Ya işler kötü işte. Bu ayın maaşını tam alamayacağım. “Önümüzdeki ay hesaplaşırız” dedi. Ne deseydim?

-Hakan delirtme beni! Ne demek “ne deseydim?”

Oflama ile bütünleşik, yarım bir nefesin ardından…

-Hakan “Benimde ödemelerim var. Evin kredisi var. Ona göre hesabım var” diyeceksin!

Hakan sakinliğini korumaya çalışsa da… Yapamaz ve bağırarak:
-Yaa sen neden anlamak istemiyorsun? İşler kötü diyorum! Tülay, adam dükkânı kapatmayı düşünüyor zaten. Bu durumda nasıl derim? Bende biliyorum herhalde istemeyi ama zamanı değil!

Tülay kaşlarını çatar, elinin sırtlarını beline koyar:

-Zamanı ne zaman Hakan! Söyle! Ne zaman Hakan? Sevgili patronun ne zaman verirse o zaman mı Hakan?

Hakan’dan cevap gelmez. Kısa bir sessizlik…  

Tülay:
- Braavooo. Pr-raavvooo demek istiyorum sana. Ben bir şey demiyorum. Nasıl istersen öyle yap Hakan.

Hakan ses tonunu düşürerek devam eder. Bu tartışmayı uzatmak istemiyordur.
-Sevgilim, pazartesi konuşurum. Tamam mı?

Tülay “Allah’ım sana geliyorum” modunda gözlerini yukarı devirerek:
-İlle benim dürtmem mi lazım? Sen düşünemiyor musun?

Hakan iki elini yukarı açar ve gözlerini de tabiî ki… 
-Allaaah. Ne alakası var. Ben sana bir şey anlatıyorum. Evin kredisi var derim, kalanını isterim pazartesi. Niye uzatıyorsun ki?

Sesini o da azaltarak ve hafif imalı şekilde gülümseyerek:
-Ben uzatmıyorum aşkım. Her seferinde aynısı oluyor. Beni delirtiyorsun sonra ”tamam yaparım” diyorsun. Neden ben demeden yapmak aklına gelmiyor Hakan?

Hakan tekli koltuğa oturmuş, başını ellerinin arasına almıştır. Eline kumandayı alır ve kanalları aramaya başlar. Tülay, sinirle mutfağa doğru yönelir. Giderken:
-Ben karışmıyorum Hakan. Nasıl istersen öyle yap.

Hakan ellerini açarak:
-Allah Allah.

İşte o sırada Allah olaya müdahale eder. Tülay’ın cep telefonu çalar. Arayan “ben”imdir. Salondaki koltukta, Hakan’ın yanında olan telefonu Hakan alır. Numaramı görünce seslenir:
-Metin arıyor.

Tülay mutfaktan cevap verir:
-Eee açsana aşkım. Mutfaktayım.

Hakan, telefonu açar.
-Alo.

Ben, mutlu olduğum anlarda sesime yerleşen, o hafif cıvık ifadeyle:
-Naber Hakan’ım?

-İyi. Sen napıyorsun?

-Ne olsun işte. Aynı iş güç. Siz napıyorsunuz?

-Oturuyoruz bizde. Bugün izinliydim. Tülay’da yeni geldi. Dur geliyor, veriyorum. Hadi görüşürüz.

-Görüşürüz Hakan’ım. Kendine iyi bak.

-Sende…

Telefonu Tülay alır. Gülümseyerek:
-Canım ne haber?

-İyiyim hayatım. Sen nasılsın bakalım?

-Ay sorma. Sevgilimle uğraşıyorum.

-Niye? Ne oldu yine?

-Yaa. Maaşının yarısını vermiş patronu. Kalan yarısını önümüzdeki ay demiş. Bu nasıl bir rahatlıktır? Hiç düşünmüyor. Bu adam evlendi, borcu harcı var. Beyimizde” tamam” demiş.

-Nasıl vermiyor? Cebinden versin(bende az değilim. Tülay’ı iyice fitilliyorum). Sanki parası yok.

-Yokmuş! Neyse artık ben karışmak istemiyorum canım.

Hakan’ın yanı başında geçen bu konuşma, onun kumanda butonlarına daha sert basarak ve Tülay’a hafif sert bakmasıyla yön değiştirir.

-Sen neler yaptın? Anlat bakalım.

-Valla tatlım, aynı… İş yerinde biraz sorunlar var. Şu Zekiye geri zekalısı yüzünden.

-Geri zekalı! Takma kafana ya, boş ver. Gerçi sana diyorum ama bizim işyerinde de durum aynı. Hakan’da bana çok kızıyor. Kendimi üzüyorum diye…

-Kocan haklı. “Boşver“ demeyi öğrenmek lazım tatlım.

-Evet hayatım. Öğrenemedik. Acaba bunun bir kursu falan var mı(gülümseme)?

-Bilmiyorum tatlım(gülümseme)

-Gülay sende kalmış geçen gün.

-Evet. Biliyorsun, anneannemi kaybettikten sonra biraz dağıldım(bebekten bahsetmek için aramıştım ama vazgeçmiştim. O an doğru zaman değilmiş gibi geldi). Sağolsun o gece yanımdaydı. Yalnız kalmak istemiyordum. Gülay’ımı çok seviyorum. Seni de çok seviyorum tatlım.


Yeri gelmişken…

Tülay ve Gülay’a… Nasıl anlatsam? İkisini de çok seviyorum. Dosttan öte(Gülay’ın dediği gibi) bir sevgi bu. Masumca… Art niyetsiz ve azalmaksızın devam eden bir sevgi. Korumaya değer bir sevgi. İnsanlar hep ailesini seçemediğini söylerler. Bu yanlış! Ben ailemi seçtim! Bu hayatım boyunca yaptığım en fevkalade seçimdi. Aramızda çok güzel, sağlam bağlar var. Onlara aşığım. Güzel ailem, onlar benim.


Telefon görüşmemiz, sevgi sözcükleri ve gündelik konulara getirilen yorumlarla devam etti. Hakan’a tekrar selam söyleyerek, telefonu kapattım. İçimde, yarının heyecanı. Akşam, beni aradıklarını Gülay’a anlatacaktım ve sabah olduğunda ise ya bebek sahibi olacak ya da olmayacağıma karar vermiş olacaktım. 

11.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...

BEBEK (10.Bölüm)

O günün akşamında, Gülay eve gelir gelmez arabaya atlayıp, Çocuk Şube Müdürlüğü’ne doğru yola çıktık. Bebek daha iyiydi. Ateşi yoktu.

Neyse, çocuk şubeye gelmiştik. İçeri girince, orada ki sivil memurlardan birine durumu izah ettik. Bebekle ilgili elimde hiç bilgi yoktu. Bu sebeple, onu bir süreliğine “kimliksiz” Bize sorulan birkaç sorudan sonra form doldurmamızı istediler. İçimde bir sıkıntı peydahlandı. “Hayır olsun” dedim.

-Ne oldu?

-Bilmiyorum. Sadece içimde bir sıkıntı var. Doğru şeyimi yapıyorum?

Daha sonra sözlü ve yazılı ifademi de bıraktım. Bebeği şubede bırakıp çıkarken, yüreğim burkulmuştu. Ertesi sabah onu, geçici olarak yurda teslim edecekler ve ailesini aramaya başlayacaklardı. Başım öyle ağrıyordu ki, ellerim titreyerek cebimden çıkarttığım bir ağrı kesiciyi susuz yuttum. Gülay bana bir şeyler söylüyordu. Onu duyuyordum ama kelimeleri kesinlikle anlamıyordum. Çıktık oradan…

Buraları çok detay vermeden anlatıyorum çünkü hatırladıkça halen içime bir sıkıntı doğuyor. O gün benim en berbat günlerimden biriydi. Oradan çıktıktan sonra konuşmadım yani sadece birkaç temel kelime. Arabada sürekli düşünüyordum. “Ne yaptım?” Onu resmen aldığım gibi sokağa atmıştım. Gülay doğru olanı yaptığımı defalarca kere tekrarladı. Benim kendimi kötü hissetmemem için…

-Hiç iyi hissetmiyorum. Keşke götürmeseydik…

-Metin saçmalama.

-Kendimi iyi hissetmiyorum! Onu sokaktan aldım, şimdi yine sokağa bırakıyorum. Ne olacak ki? Onu boktan bir yetimhaneye verecekler. Sonra… Onun psikolojisini bir düşünsene!

-Metin, bu sokak kedisi mi? Alıp, besleyesin. Hacı burada bir bebekten bahsediyoruz. Yetimhaneye vermeden önce ailesini aralar herhalde. Bulurlarsa, anne babasına kavuşacak. Sen bu çocuğa bakabilecek misin?

Sessizlik…

-Yaa söyle… Bir bebeğin sorumluluğunu almak o kadar kolay değil.

-Allah’ın en ebleh tipleri nasıl bakıyor? Nasıl yetiştiriyor? Çoğu kişiden daha iyi büyütürdüm onu!

-Hacııı. Bitti gitti! Yaa neden ısrar ediyorsun? Yapma bunu.

-Özür dilerim.

Yola devam ettik. Gülay beni eve bıraktıktan sonra evine döndü. O gece içim boştu, gözlerim dolu.


1 Hafta sonra…
İş yerime geldim. Bilgisayarımı açıp, gelen mail kutumu kontrol ederken, cep telefonum çaldı.

-Efendim?

Bir kadın…
-İyi günler beyefendi. İstanbul Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan arıyorum. Metin Bey ile mi görüşüyoruz?

-Evet benim.

-Metin Bey, geçen hafta bir bebeği ailesinin bulunması gereğiyle, Çocuk Şube’ye bırakmışsınız. Yapılan araştırmada bebeğin, kan bağı olan kimsesi bulunamadı. Bebek,  yasal olarak, kurumumuza sevk edilmiştir. Çocuklarımızın aile şefkati ile yetiştirilmesi kapsamında başlattığımız çalışmalarımızca, 0-5 grubu bütün öksüz ve yetimlere yuva edindiriyoruz. Bu kapsamda, maddi imkânları sağlayabilecekseniz ve evlat edinmeyi dilerseniz, talebinizi buraya gelerek bize bildirebilirsiniz.

-Ben… Evet, gelmek isterim. Yarın sabah gelebilir miyim?

-Elbette Metin Bey. Olur. Yarın sabah sizi bekliyoruz. İyi günler.

Telefonu kapattıktan sonra artık anlamıştım. Onu bulmam tesadüf değildi! Hemen Gülay’ı aradım ve onunla konuşmam gereken bir konu olduğunu, görüşmemiz gerektiğini söyledim.

-Bebekle mi ilgili?

Asla bir şeyi saklamayı beceremiyorum.

-Evet. Çok ilginç gelişmeler var.

-Akşama konuşuruz canım.

Tabii ben meraklı, sabırsız Melahat…

-Nerede buluşacağız?

-Bilmiyorum. Bakarız ama herhalde Taksim’de buluşuruz herhalde.

-Tamam hayatım. Görüşürüz.

Sevinçle telefonu kapattım. Sonra sigara içmek için terasa yönlendim. Aklımdan tek geçen, bebekti. 

10.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...

8 Şubat 2012 Çarşamba

BEBEK (9.Bölüm)

Biraz sonra salonda otururken, dile gelmesinden korktuğum kelimeler yola çıktı.

-Metin bu çocuğun bir ailesi var. Onu merak eden, bekleyen… Annesinin, babasının onu ne kadar merak ettiğini bir düşün. Kötü bir niyetin olmadığını biliyorum ama doğru olanı yapman lazım.  Bu senin bebeğin değil!

-Haklısın…

-Ayrıca nasıl bakabilirsin ki? Çalışıyorsun oğlum(Gülay’ın konuşma tarzını seviyorum. İçten...).

Gülay bunları söylerken başımı öne eğmiş, halı desenlerine bakıyordum. Dediklerinde haklıydı. Olayı başka bir açıdan gördüm. Ben bir bebek kaçırmıştım! O uyuyan bebek, benim değildi. Bu rüya kabusa dönüşmeden bitmeliydi.

-Gülay, ben… Ben…

-Canım, bir şey demene gerek yok. Yarın birlikte karakola gider ve ailesini bulmaya çalışırız.

Bazen ona ihtiyacın olduğunu söyleyemezsin ve o bunu anlasın istersin. Bakışların ağırlaşır, hareketlerin tutuktur. Başına bir ağırlık oturur sanki. İçinden “beni anlasın” dersin. Çünkü ona ihtiyacın olduğunu söylersen, güçsüz görünmekten, onun nazarında zayıf düşmekten çekinirsin. O anladığında ise her şey rahatlar. Aklın, gözlerin, ellerin… Karnında biriken sancı gider. Rahatlarsın kısaca…   

-Biz? Sende mi benimle geleceksin?

-Evet. Beraber gideriz.

“Beraber” kelimesini duyduğumda rahatlamıştım. Karakolları sevmem. Kim sever ki? Bu yönden rahatsızlığım devam diyordu.

O gece bunları konuştuktan sonra birer sigara daha içip, uyuduk. Sabah Gülay işe gitti. Benimde iş başı yapmam lazımdı ama bu gün olmaz. Bu bebek varken… Gülay haklıydı gerçekten. Bu işi kotaramazdım. Bu şekilde olmaz…

Gülay beni uyandırmak istememiş ve 07:45’de kalkıp, onbeş dakika da hazırlanıp,hooop iş başı… Ben o saatlerde son rüyamın final sahnesindeydim. Rüyamda bir çizgi roman dükkânındayım. Çizgi roman bakıyorum… Benden başka kimse yok içeride. Derken arka taraftan bir ağlama sesi… Bir bebek ağlaması duyuluyor. İçimden “kimin bu bebek, sustursa ya şunu” diye geçiriyorum. Avazı çıktığı kadar ağlıyor. Bütün sakinliğim, huzurum kaçıyor birden. Elimdeki çizgi romanı bırakıp, ağlama sesine doğru ilerliyorum. Arka tarafa açılan bir perde var. Hani rüyanızda, bazen ne yaparsanız, ne olacağını hissedersiniz ya! İşte bende biliyorum ki; perdeyi açarsam, bebek susacak. Sadece ilgi istiyor…

Perdeyi açarken, renkler, görüntüler birbirine karıştı. Rüya yok olmaya başladı. Gerçek hayata geçiş yapıyordum. Rüya, tam perdeyi aralarken bitti. Uyanmıştım. Öyleyse ağlama sesi neden hala devam ediyordu? Aman Allah’ım! Bebek ağlıyor! 

Hemen yerimden fırladım! Küçük odaya, bebeğin yanına koştum. Çok ağlıyordu. Kucağıma aldım. Ateşi yoktu. Kucağımda sallamaya başladım. “Pişşş, pişşş, pişşşş” sallıyordum. Bana bakıyordu. Biraz kusmuştu. Ağzının etrafını sildim. Şimdi… Neyse sustu nihayet. Küçük eliyle, burnuma dokundu. Beni keşfediyordu, tanımaya çalışıyordu. Bende kendi kendime söyleniyordum.

“Aaahh. Ben bir aptalım! Çocuk ağlıyor ve ben uyanmıyorum! Çatladı be çocuk ağlamaktan!”

-Uyu ufaklık… İşte böyle. Henüz uyanmak için erken. Uyusun da büyüsün, ninni…

“Sesim çok kötü. Açtı gözlerini tekrar! Fena geldi çocuğa benim ninni.” Hiç söylemeyi düşünmediğim bir şey söyledim o anda içimden.

“Allah’ım bu bebeği ailesine teslim edeyim. Bitsin bu iş!”



9.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...