Hürriyet

29 Eylül 2011 Perşembe

Ey El İzim


Ey kalbimin el izi!

Ey el izim...

Senin aşkını yaşadım ya,
varsın yaşamayayım bir daha...

Sen tebessüm ettin ya bana,
varsın gülmesin hayat bir daha asla bana.

Dert bilmez seven ayrılığı,
ayrılıkta bile yanındadır sevdiği.

Bazı şeyler yasaktır,
yaşanamaz.

Bazı şeyler yaşanır,
Kimse yasaklayamaz.

Sevmek, onunla olmak kadar,
onsuzda kalmaktır bazen.

O kalbine yer etmiştir,
iz etmiştir sevdiysen.

O izleri takip ederse,
sevdiğine ulaşır aşık.

Sevdiğinin kalbindeki el izine koyup elini,
onunla el ele tutuşur rüyasında.

Kimse ayıramaz bizi orada.
Kalbimin el izi bu kadar derinken.



Mehdi

27 Eylül 2011 Salı

RefleX

Aslında, duyguların organları bu kadar etkilemesi çok saçma.

Yani duygu nedir?

Duygu:
Bireyin ruh halinde biyokimyasal (içsel) ve çevresel tesirlerle, etkileşiminden doğan kompleks psikofizyolojik bir değişimdir.

Yukarıdaki tanım biraz bilimsel oldu! Duyguyu daha yalın bir halde açıklayayım.

Benoloji'de duygu: Beynimizin komut verdiği reflekslerin, hareketlerimize yansımasıdır.

Duygularımızı kontrol etmek neden zor?

Beynimiz ve kalbimiz, bedenimize çeşitli refleksler (tam otomatik ve gerçek zamanlı emirler) yollar. Bedenimiz ise bu komutları derhal uygular. Bu refleksleri durdurmak çok zor, hatta bazılarını ise durdurmak imkansızdır!

Freni boşalmış bir arabanın önüne geçip, durdurmaya benzer. Çarpılırsınız! Ezilirsiniz! Parçalanırsınız ve daha da önemlisi arabayı durduramazsınız. Araba yoluna devam eder...

Duygular yoluna devam eder!

25 Eylül 2011 Pazar

HAXAN


Eski dillere merakım eskidir ama bu merakımı yenilemek için yeni bir şey yapmadım. Ta ki; geçen cumartesi gecesine kadar...
Bilimden önceki inanışlarda, medeniyetler "etkilendikleri ve etkileyebildikleri" her şeye "büyü" derdi.

Büyü:
İnsanların, paranormal, mistik veya kısaca doğaüstü yöntemlerle, doğal döngüyü etkilediği düşünülen uygulamalardır.

İnsanlık tarihi kadar eski olan büyü, birçok medeniyette ve inanışta vardır.  Bilim ve dinler kabul etmese bile, gerçekte vardır. Büyü, sanıldığı gibi her zaman kötü amaçlı kullanılmamıştır. Şifa vermek, yardım etmek ve kurtarmak için kullanılan büyülere "ak büyü" denir.  Kötülük ve fenalık içeren büyülere ise "kara büyü" denir.

Ak büyü; şamanların, şifacıların ve eski toplumlarda ki yaşlıların, genelde insanları iyileştirmek için kullandığı, iyi niyetli büyülerdir. Ak büyü, onu yapana zarar vermez.
Kara büyü ise hem yapılana hem de yapana zarar verir. Genelde, ölü hayvan, insan sakatatları ve çeşitli uydurma malzemeler ile yapılır. Kötü amaçlı yapılır ve kara büyü yapan büyücüler, kötülüğün hizmetindedir. 15. yy'da5. yy'da, yaşlı, fakir ve çirkin kadınların, cadı olduğu düşünülürdü. Şeytan'ın kitabına inandıkları ve onun hizmetinde yaşadıklarına inanılan cadılar, gündüzleri dilencilik, geceleri büyücülük ile uğraşırdı.     

Şeytan, onlara Dünya'da yaşayamadıkları zenginliği, cehenneminde vaat ederek, çeşitli yollarla onları kandırırdı. Fakirlik ve umutsuzluk kurbanı olan bu kişiler, şeytanı bir kurtuluş olarak bilirlerdi.
Bazı geceler, cadılar buluşup, şeytan için ayinler yaparlardı. Kilise bu kişileri tespit edip, ayıklamak için "engizisyon mahkemelerini" kurmuştur. Cadılıkla suçlanan kişiler, elleri bağlı olarak, suya atılırdı. Eğer kişi suyun üzerine çıkarsa, cadı olduğu kesinleşmiş olurdu ve yakılırdı. Eğer boğulursa, masum olduğuna inanılırdı. O zamanlarda yaşamanın ne kadar zor ve yargının ne kadar cahilane olduğunu anlayabiliriz.

Bu konuyla ilgili toplanmış en iyi kaynak 1922 yapımı Häxan isimli filmdir. Filmin yönetmenliğini  ve araştırmacılığını Benjamin Christensen yapmıştır. "Cadılar Çağı" olarak bilinen ,15 yy. arşivlerinden yola çıkılarak hazırlanan filmde, anlatılanlar ve olaylar tamamen bir belgesel olarak, seyirciye ulaştırılmıştır. Doğa üstü güçler hakkında, detaylı bir kaynak olan film, bugün hala bilimin açıklayamadığı olayları ve tamamen fasarya olan inanışları gözler önüne seriyor. İzlemenizi tavsiye ederim.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Tanrı İşi

Yaptığınız her işte bir hata olmalı.
Kusursuz olursa, Tanrı işi olur.
Siz Tanrı değilsiniz!

M.V

23 Eylül 2011 Cuma

KILZINLAY

Gece geç saatti...
Sokaklar siyahları çekmiş üstüne!

Yoksa "makber mi ya Rab?" diyesi geliyordu içimin...
İzin vermedim.

Soğukta, çılgınca bana saldıran bu düşman...
Yağmur mu? Hayır! Yağmur asla bana saldırmaz!

Bu çılgınlığın tam ortasında, bekleyen bir ışık!
Gözünü dikmiş gözüme,
 bakıyor öldüresiye!

Az öncede düşmüştüm, daha öncede yere.
Ayağa kalkıyorum, sağ elim sol dizimde.

Dişlerimi sıkarken çıkan gıcırtı, deli yağmur sesine karışıyor.
Gözlerimi dikmiş, ona bakıyorum.

O! Ezeli düşmanım ve en eski dostum.
O! Yalnızlık..!

Vücudum sırılsıklam, siyah gömleğimden damlalar,
eskimiş ayakkabılarıma kamikaze dalıyor.

Doğruluyorum, gözlerimi yalnızlığın ölü bakışlarından ayırmadan!
Avının her refleksini önceden sezinleyen bir panter gibi...

Gözlerimi ondan ayırmıyorum.
Gece kadar geniş kollarını kaldırıyor.
Pençeleri simsiyah!
Ayaktayız...

Boyu ve eni artıyor, bana feda ettiği her adımında!
Bunu yapabilecek miyim?
Bu karanlığı, bu düşmanı,bu dostu, bu yalnızlığı yenebilecek miyim?

Sırılsıklam "winston" paketimden bir sigara çekiyorum.
Dudak payı koklayıp, ağzıma götürüyorum.

Gözlerim onun üzerinde, başım ve kaşlarım öne çatık!
"Medusa" çakmağımla ıslak tütünü ateşe veriyorum...

Orada...
Beni bekliyor...

Onu içten yeneceğim!
İçine girip, ciğerini ellerimle sıkacağım!
Yalnızlığı ellerimle yok edeceğim!

Ama o zamana kadar...
Bir süre "yalnız" kalacağım...

21 Eylül 2011 Çarşamba

Süre Doldu! Kalemleri Bırakın!


Elinde beklettiği kalemini, huşu içinde oynatıyordu. Bu kalem ona neler kazandırmıştı, o günden itibaren...

İlk kalemi tanıdığında, 6 yaşında bir veletti. Evinin dışında, savaşın hakim olduğu; kırmızı, siyah karışımı atmosferde... Çizmeye başladı pervasızca...

Çok çocuk ya...

Kağıtlar, duvarlar, gazete sayfaları... Kaleminin çalıştığı, her zemine çizim yapıyordu, durmadan...

Durmadan derken; sadece sığınak sirenleri, çığlık atmaya başladığı anlarda bırakıyordu çizimini... Annesinin, onu kolundan çekip, sığınağa kaçırması anlarında...

Yıllar geçti... O kaçışlar, o savaş bitti. Hayat savaşıyla tanıştı, büyüyemedikçe...

Anladı, kan akmadan çekilen acıların, daha elem verici tarafını...

Koca adam oldu sözümona(bana)... 30 yıllık hayat savaşının, mücadele cephesinde... Kalemini bırakmadı hiçbir zaman!

Kalemini bırakmadı; Kaldığı sınavlardan sonra...

Kalemini bırakmadı; Mutlu akşamlarında...

Kalemini bırakmadı; Ruhu onu terk ettikten sonra...

Kalemini bırakmadı; Parasız ve paralı zamanlarında...

Kalemini bırakmadı; Eli tutamayacak hale gelse bile ara sıra...

Kalemini bırakmadı; Dünde ve bugünde...

O savaşta yetişen çocuk hala devam ediyor çarpışmaya...

Ona çarpanlar canını çok yaksa da; O şuan bile devam ediyor çizip, yazmaya...

Kimse bana, ne zaman "kalemimi" bırakacağımı, ne zaman "ne yapacağımı" söyleyemez. Söylediğini sanır, o istedi diye yaptığımı sanır, çok yanılır!

Temcit Pilavı

Nedir?

Ramazan ayında, iftarda artan pilav, sahurda ısıtılıp, tekrardan sofraya sunulur. Bu pilavada "temcit pilavı" denir.

Mecazen ise aynı durumların tekrar tekrar yaşanması veya yaşatılması halini ifade eder.
Bizim ülkemizde herkesin ağzında temcit pilavı gibi dile gelir "temcit pilavı" deyimi.
Sürekli, bize yedirilmek istenen, pilavı, her defasında afiyetle midemize indirir ve sindiririz. Yedirtilir, sindirtilir...

Yeriz çünkü başka seçenek yoktur pek fazla... "Eh, en iyisi bu" diye düşünerek... Onu, bunu denedik, bir de bunları deneyelim diyerek, ziyan ederiz hem kendimize, hem çevremizdekilere...

Demokrasiyi çoğunluğun söz hakkı ve yönetim şekli olarak anlayan, seçmen bilinçsiz, antidemokrat bir halk olduğumuz için başkalarının yediğine, içtiğine de karışırız. Kendi yediklerimizi saymayız.

Dayarlar "temcit pilavını" ağzımızın orta yerine..!

Bizde yeriz!

Yeriz;
Çünkü aç kalmaktan yeğdir. Daha sağlıklı, doyurucu bir beslenme alışkanlığı, pek ilgimizi çekmez.

Yeriz;
Çünkü zehirlese de bizi... Nimettir atılmaz! Bütün sindirim sistemimize aykırı bile olsa, sindirmeyi deneriz.

Yeriz;
Çünkü nimete saygımız vardır! Milletçe, kaderimize razı gelmek ve padişahın önünde "el pençe, diz divan durmak" ne yazık, huyumuzdur.

Yeriz;
Çünkü nimete, göstermelik bir saygımız vardır.
Nimet o! Yesene diye azarlarız, yemeyeni... Ama bir kere bile yemeden, doymadan şükretmeyi bilmeyiz!


Yeriz;
Çünkü yemeyenin hakkını yerler! Başkası yemezse, o açgözlülükle biz yeriz. Karnımız doysada, gözümüz açtır! Doymaz...

Yeriz;
Çünkü pilavdan dönenin kaşığı kırılır!

Umarım birgün, kaşığının kırılması pahasına da olsa, insanlarımız, yanlış kişilerin, aynı adi senaryolarını YEMEYECEK bilince kavuşur.

Hadi afiyet olsun!

A B C D E F Gibi şeylerdi işte bunlar

Tamam. Son yıllarda ciddi bir değişim geçirdim diyelim... 

Ne ya da kim geçirmiyor ki..?

Hayat devam ederken, biz durup bir mola isteyemez miyiz? Yani, maçlardaki gibi yorulduğumuzda veya sakatlandığımızda; hakeme işaret edip, bir mola alamaz mıyız?

Bazen hayal gücümün sınırları beni bile zorluyor ve şaşırtıyor açıkçası.

Konumuza dönecek olursak:
Bugüne kadar kendimle ilgili yapacaklarıma(yeteneklerime) pek sadık kalamadım ama tekrar deneyeceğim. Yeterince kendimle kalabileceğim zaman olduğu için "seçeneklerimi" şöyle, hep birlikte gözden geçirelim...


A (man uğraşamam bir daha) Seçeneği:

Lise yıllarımda gitar çalmayı öğrenecektim. Öğrenme aşamasında, perdeleri kapatacağım derken, parmaklarıma giren kramplar ve benim "abi yok mu bunun kolay yolu?" tavrım, bu meşgaleden uzaklaşmama sebep olmuştu. Bu konuyu, uzun yıllar rafa kaldırmıştım. Tekrar denemeyeceğim! Tamam, bunu geçtik.


B (iblo yapayım derken, heykel çıkartma) Seçeneği:

Bir ara ufak biblolar yapmaya karar vermiştim ve yaptıklarımda olmuştu. Yine böyle ufak heykelcikler, biblolar yapacağım. Sonra "ne kadar güzel oldu" diyerek, onlara tapacağım!


C (izgi roman mı yapsam tekrardan)  Seçeneği:

Uzun yıllardır resim yapmıyorum. Tekrar resim yapabilirim. Eski yeteneğim yerinde duruyor mu? Bir bakmam lazım! Askerde çizdiğim çizgi romanın devamı ya da yenilenmiş halini ele alabilirim mesela...


D (reamworks'te çalışmak vardı. Hayatımın "Dream"i buydu o zamanlar) Seçeneği:

Çizgi film yapıyordum... Geçen sene başlamıştım. Çok meşakkatli, çok emek isteyen bir iş! Tabi hayatta gereksiz olan, sıradan mücadele ve işlerle uğraşmaktan, buna zaman ve hal kalmamıştı bende... Belki bu seferde olmayacak ama "D" seçeneği olarak aklımda bulunuyor.


E (vde ne kadar çöp varsa...)Seçeneği:

İlginç eşyalar yapardım bir ara, çeşitli çer, çöpten... Derya Baykal bile, akıl edememişti o zamanlar, bu işi daha... İçinizden belki birileri de yapmıştır belki... Mesela; iplik makaralarından, kibrit kutularından araba falan... Bilirsiniz işte... Gazoz kapağının, yaldızını temizleyip, çöp arabanızın tekerine "jant" niyetine takmak gibi...  Annem, hep şikayetçidir; çeri çöpü sakladığım için.

F (uck off) Seçeneği:

"Fuck'tır et" diyip, ruh halime göre kafama eseni yapacağım. Bugüne kadar aslında sürekli bunu yaptım.


Sizce hangisini yapmalıyım?



17 Eylül 2011 Cumartesi

Yalnızlığın Lideri !

Eğer bir liderseniz, bunun bazı zor yanları vardır. Lider olmak zordur ama liderliği uygulamak daha zordur!

Lider olmak yalnız olmaktır. Düşünülenin aksine, liderler tek başınadır her zaman. Yalnızlığın karşıtı olarak "lider" çevresindeki genel kalabalık, geçici ya da sahtedir. Bazı durumlarda, kendine münhasır kişiler onlara destek olabilir fakat ilelebet, bu vaziyeti muhafaza edemezler.

Lider; ele alınamaz, kavranamaz, öngörülemez durumlarda, sükunetini ve sağduyusunu korumalıdır. Liderler karar verirken zorlanmazlar. Kararın öncesinde ve sonrasında zorluk çekerler. Karar öncesi, uzağı görmeli, mümkün olabilecek etkileri hesaplamalı, olasılıkları başarı alanında en üst seviyeye çekerken, başarısızlıkları en alt seviyeye indirgeyecek kadar hassas olmalıdırlar. Herkesin memnuniyeti mümkün olmayacağı gibi verecekleri karardan hiç kimsede memnun olmayabilir. Demektir ki; karar alırken çok ince düşünmelidir. Karar sonrası ise öngörüyü aşan ya da hesaptan kaçan etkenler peydahlanabilir.   Asla her şeyi aynı anda yapamaz veya herkesi memnun edemezsiniz.

Lider, yolculuğuna, ilk ağladığı gün başlar. Yani doğduğunda... Elbette sonradan lider olanlarda var ama başarısızlıklarını tarih boyunca örnekleyebiliriz. Başarılı liderler ise doğuştan gelir.


Liderlik kanıtı olan çeşitli özelliklerden, bildiklerimi yazacağım:

-Bir liderin ismi her zaman "beş harfli" olur derler mesela. Benim adımda olduğu gibi...
-Burcu çok etkendir astrolojide. "Koç" burcu her zaman iyi, adaletli ve güçlü liderleri çıkartır.

-Ses tonu ve konuşması kuvvetli ve etkilidir. Hitabeti ile insanları etkiler ve sözünü dinletir.

-Enerjisi fazladır. Dolayısıyla stresi de normal stres seviyesinin üzerinde olarak %60-70 arasında seyreder. Bu lideri karar alma yetisinde hızlı ve akılcı kılarken, uzun vadede belli sağlık sorunlarını peşinde getirir.

-Bakışları her zaman insanları hedefler. İçtendir. Samimiyetli bir kuvvet taşır.

-Çok mutlu değildir. Uzun süreli sevinçleri olamaz! Mutluluk bir liderin yönetemeyeceği tek konudur. Onu ister ama ne şekilde alacağını bilemez. Bu yüzden hayata karşı hep saldırı halinde ve ciddi bir duruşları vardır.

-Çevresinde, onun için önemli olan ve değerli gördüğü kişileri korur. Onlar için nice tavizler verir. Amacı, kendisine olan inancı ve güveni sarsmamaktır. Eğer sevdikleri mutluysa, kendini bu mutlulukta payidar görerek, iç huzurunu korur.

-Kendisine duyulan güven, onun her zaman tetikte, dikkatli ve verici olmasını gerektirir. Bu da en çok lideri yoran durumdur.

-Lider en başından(doğum), sonuna kadar(ölüm) yalnızdır. Bu onun ne karşılığı olduğunu bilmeden, ödemek zorunda olduğu büyük bedeldir.

-Duyguları çok kuvvetlidir! Aşkları büyük ve yoğundur! Kararları sabit ve çözümcüdür! Zekası yüksektir!Detayları asla kaçırmaz ve hiçbir oluşumu, olayı tek pencereden görmez!

-Sanatın birçok dalına meraklı ve sanatçıdırlar.

-Hayal gücü ve yaratıcılığı çok fazladır! Yetenekleri çoğu kişinin üstündedir! Bütün bunlara rağmen genelde hayatta asosyaldir! İnsanlarla kolay iletişim kurar ama iletişimi devam ettirmekte güçlük çeker. Çünkü aza indirgenmiş birçok yalnızlıkla zaten doludur.

-Diğer insanlar gibi yaşayamaz, düşünemez ve hissedemez! Daima hayatta, düşüncede ve hissiyatta üsttedir!

Yazıyı fazla uzatarak, sizleri sıkmamak için sadece şimdilik aklıma gelenleri yazdım( Liderler başkaları adına düşünme, hissetme ve karar vermek zorunluluğunu ne yazık alışkanlık edinmişlerdir. Bu alışkanlık, onları bazen yanlış ya da zor durumlar içine sokabilir. Elbette bunu kısa sürede düzeltirler! Bende de hep olur...).

Liderlik: Yalnızlıktır!

İşte bu sebeplerdendir ki; cumartesi akşamı, tek başına, bir bistroda oturup bunları yazar...

12 Eylül 2011 Pazartesi

ANINDA



Bazen öyle birşey olur ki;
İçine ne zaman girdiğinizi anlamadan, içeriye uyum sağlarken bulursunuz kendinizi...
Dünya'ya gözlerimizi ilk açtığımız zamanki gibi...

Nasıl olup bittiğini, ne olduğunu, ne olacağını düşünürken, yıllar geçer. Bırak onu..! Ömür geçer!
Sonra düşünürüz, yaşlılık çadırında demlenen, şekersiz çayımızı yudumlarken... Şeker yasak!

Eğer hafızamız eskilerden, hatırlanacak birşeyler bıraktıysa bize. Düşünürüz...

Hem gözlerimiz dolar bazı anılarda, hem gülümser, hem de köşe başımızdaki saate bakıp, ilaç saatimizi takip ederiz.

Ben aklıma o zaman gelecek kişileri ve anılarımı biliyorum. Bunları düşünürken, çok sevdiğim, sigaramı da içiyor olacağım. Doktorum yasaklasa bile...

Birer birer gözümün önünden geçen sizleri görebiliyorum. Ne kadar muhteşem!

İnsanın bugün, yarın ve yaşlandığında, sevdiklerinin yüzünü gözünün önene getirebilmesi... Ne kadar güzel sevmek onları ve sevilmek.

"Ne kadar güzel sizleri tanımak. Ne kadar güzel anılar" dersiniz, anılarınız size uğradığında. Tıpkı ilk dansınızda, yanlışlıkla ayağına bastığınız, o kıza masumca gülümseyip "affedersin" dediğiniz zamanki gibi...

Yaşlandığınızda, hatırlayabiliyorsanız "her anı güzeldir"...

Anılar bugün bile güzel...

Ben özellikle güzel olanları seçiyorum, hatırlamak için.

İçinizden geldiği kadar içinize değer verin. İçinizden geleni dinleyin. İç sesiniz sizi kısa vadede çok zora sokabilir ama uzun vadede ömrünüzün en güzel anılarını hediye edecektir!

"An"ısız kalmayın..!