Hürriyet

22 Şubat 2012 Çarşamba

BEBEK (12.Bölüm)

İş çıkışı, akşam saatleri…

-(*)Adalı’dayım tatlım. Sen neredesin?

-Şimdi indim. Geliyorum.

(*)Adalı’dan kısaca bahsedeyim. Tam ismi “Adalı Bar” olarak geçiyor. Taksim Mis Sokak’ta, Hakan'ın işletmeciliğini yaptığı Bar’ın adı.

O gün Hakan yoktu. İzinliydi ve evde dinleniyordu. Ben laptop’ımı açmış yeni bir yazı dizisi yazıyordum. On dakika kadar sonra Gülay gelmişti.
-Naber canım?

-Hoş geldin. İyidir. Senden..?

-Ay nolsun. Hakan yok mu?

-Bugün izinliymiş. Yemek yedin mi?

-Yok canım, yemedim. Yiyelim istersen.

Aslında yemekten sonra söylemeyi düşünüyordum ama …
-Gülay ben bu bebeği evlat edineceğim!

Gülay’ın suratında hafif alaycı bir tebessüm belirdi ve elini “ya Metin yaa” anlamında hafifçe kaldırdı. Elini kaldırdığı hareketin, birebir sözlü duyumunu da işittim zaten. Gülümseyerek:
-Yaa Metin ya. Hacı bebeği verdik, bitti. Ne evlat edinmesi? Ben anlamadım.

-Evet verdik ve şimdi geri alacağım. Beni Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan aradılar bugün. Bebeğin ailesini bulamamışlar ve istersem evlat edinebileceğimi söylediler. Gülay, 32 yaşımdayım. Aile kurmak istiyorum ama sevgilim bile yok. Beğenilen bir insanım fakat sevgili olmak için fazla iyiyim. Ben… Birçok konuda fazla olgunlaştım. İlişkilerde dürüstlük, sevgi, saygı ve özverinin en önde geldiğini çok uzun zaman önce, daha çocukken anladım. Ne yazık ki, kadınların geneli hala onları ağlatan, üzen, üzerine düşmeyen, önemsemeyen, kaba ve gelişmemiş erkekleri tercih ediyor. Genelin dışında kalan kadınlar ile de benim yollarım kesişmiyor.  Tatlım kabullenmem lazım. Ben alışıldık erkeklerden değilim ve insanlar alışkanlıkları dışında birini seçmeye çekiniyor.

-Sen fazla iyisin. Bekle elbet birini bulursun. “Her kör satıcının, bir kör alıcısı vardır” derler.

Gülümsedim.
-Aile kurmak için körü körüne bekleyemem. Ayrıca değişemem. İyiliğe ve doğruluğa inandığım için yalnız kalacaksam, buna katlanabilirim ama boş umutlara bel bağlamaya artık katlanamıyorum.

-Peki ne yapacaksın?

-Bir kızım olmasını çok istedim. Sanki Allah dualarımı kabul etmişçesine o gece, Çanakkale yolunda, bu bebeği karşıma çıkarttı. Sonra ondan vazgeçip, bebeği karakola teslim ettik ama bugün, onu evlat edinmem için beni aradılar! Biliyorsun, ben tesadüflere inanmam. Bütün bunların bir anlamı var! O bebeğin kaderinde ben varım! Benimde kaderim de o! Bu yüzden yarın onu evlat edineceğim!

Gülay beni sakince dinledi. Onunla konuştuğumuz her konudan daha farklıydı bu…
-Nasıl bakacaksın?

-Onu çok severek, ilgilenerek… Kendime çok daha az zaman ayırarak ve masraflarımı kısarak.

-Sence bu kadarı yeterli mi? Çocuk yetiştirmek sadece bunlarla oluyor mu?

-Tabi başka şeylerde gerekli…

Gülay devam etti:
-Metin, söz konusu olan bir bebek! Gece ağlayacak, uyanacaksın. Bazen hiç uyumayacaksın. Hasta olduğunda başında sabahlayacaksın. Kendine zaman ayırmayı bırak, bütün sosyal hayatını çöpe atacaksın! Maddiyatı zaten söylemiyorum. Kuruşunu hesaplaman gerekecek! Hem en önemlisi, bu bebeği “anne” diyebileceği biri olmadan yetiştirmen doğru mu? Anne sevgisini arayacak, anne şefkatini isteyecek. Çalışıyorsun ayrıca… Sen işteyken kim ilgilenecek? Kime bırakacaksın? Ya da başkasına gönül rahatlığı ile bırakabilecek misin? Bence çok kolaymış gibi düşünüyorsun ama kolay değil!

Benden cevap gelmedi. Sadece bir sigara daha yaktım. Başımı önüme eğerek, dumanı burnumdan dışarı üfledim.

-Tülay’ın haberi var mı?

-Yok. Ona söyleyemedim. Aradım ama cesaret edemedim.

-Neden?

-Çünkü…

Duraksadığım yerden Gülay devam etti.
-Çünkü ona söylersen demediğini bırakmaz hacı! Biliyorsun değil mi?

-Evet. Sence söylemeli miyim?

Gülay “manyaklaşma” dercesine kaşlarını kaldırarak, gülümsedi.
-Bence hiç söyleme.

Sigaramı küllüğe bıraktım yavaşça. Kollarımı birbirine kavuşturarak, iki dirseğimi masaya yasladım.

-Tatlım, haklısın. Söylediklerini bende düşündüm. Eğer bu bebeği evlat edinmezsem ve başka biride edinmezse, onu bir yetimhaneye verecekler. O yetimhanelerde her şeyden yoksun yetişecek. İlgi, sevgi, anne, baba… Özel olma! Ben onun, bundan daha fazlasını hakkettiğine inanıyorum. Kolay olmayacak ama bugüne kadar hayatımda “kolay” kelimesi asla olmadı! Bunu yapacağım Gülay! Benim bebek sahibi olmayı ne kadar istediğimi biliyorsun. Ayrıca delinin bir olduğumu da… Bu ikisi birleşince, ortaya benim “kararım” çıkıyor! Bana desteğini hiç eksik etmedin (Gülay gülümser) ve asıl şu dönemde, desteğine çok ihtiyacım var!


Gece, heyecandan ve korkudan uyuyamadım. Ertesi sabah, işyerimden izin alıp, istenilen bütün evrakları götürmüş ve işlemleri başlatmıştım. Evraklarımın incelenmesine müteakiben, ortalama bir hafta süre içinde bana geri dönüş yapacaklarını söylemiştiler. İçimde bir taraf geri dönüp, bu işten vazgeçmemi söylüyordu çünkü bu işin altından kalkabileceğime inanmıyordum. Paylaşmak amacıyla Gülay’ı aradım. Meşgul verdi. Büyük ihtimalle meşguldü. “Daha sonra beni arar” diye düşünerek, ofise doğru yol aldım. İş yerime ulaşıp, bilgisayarımın başına geçtiğimde Gülay aradı. Son gelişmeleri aktardım ona…

-Umarım her şey yolunda gider canım.

-Merak etme Gülay’ım. Gidecek.  

“Gitmeli, gitmek zorunda…” diye içimden geçirdim.

Gülay’la konuşmamız henüz bitmişti ki… Tülay aradı. Cuma akşamıydı ve biz uzun zamandır görüşmediğimiz için birbirimizi özlemiştik. İş çıkışı onların evinde toplanacaktık. Plan buydu ama uygulama bu şekilde olmamıştı...  

İşten çıkmış ve Çemberlitaş’tan Karaköy’e doğru, tramvay yolunun paralelinde ilerliyordum. Karaköy’den “Tünel” aracına binecektim. Dediğim gibi… Plan buydu…

Uygulamaya gelince;
Sirkeci’de ışıklardan karşıya geçerken, kırmızıya yakalanmamaya çalışan bir araç, bana yakalandı. Dışarı ses çıkmış mıydı o an? Bilmiyorum ama ben kemiklerimin birbirinden, acıyla ayrılırken attıkları çığlığı(kemik kırılma sesi) gayet net duymuştum. Aslında bacağım kırılmasaydı, kalkıp adamı dövecek ve sonra yavaş adımlarla planıma ilerleyecektim. 

Böyle gelişmemişti…

Yerdeydim… İnsanlar bana bakıyordu… Acımı tutamıyorken, ağlıyorken ve yerdeyken… Çok kötü görünüyor olmalıydım. Elim telefonumu arıyordu. Birinin “ambulans çağırın” dediğini duydum. Kendi ambulansımı kendim arayabilirdim. Telefonumu ceketimin iç cebinden çıkarttım ve 112’yi aradım.

-Acil buraya bir ambulans yollayın. Bacağım kırıldı ve duramıyorum. Çok acımaya başladı.

Millet hayretle bana bakıyordu. Ellerim titreyerek bir sigara yaktım. Birazdan ambulans geldi ve en yakın hastaneye doğru yola koyulduk. Ben oradan, acı ve huzursuzluk içinde uzaklaşırken…

Hakan ve Tülay akşam için hazırlık yapmışlardı bile.

...

12.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder