Hürriyet

1 Mart 2012 Perşembe

BEBEK (13.Bölüm)

4 saat oldu. Kimse yok. Aradım açan yok. Arayan yok. Bu akşam birlikte yemek yiyecektik. Gidemedim. Araba çarptı ve ben hastanedeyim.  Başıma gelenleri anlatmak için Gülay’ı aradım, açmadı. Sonra Tülay’ı aradım. O da cevap vermeyince… Bekledim. 4 saattir bekliyorum. 

Neden bu karanlık? Kör mü oldum? Hayır, sanmıyorum. O zaman niye..? Bir dakika ben neden hareket edemiyorum? Ne verdi bunlar bana? Hareket edemiyorum… Tülay neden hala aramadı? Gülay’da aramadı… Kimse beni aramadı. Bana ne verdiler? Bu karanlığın sebebi ne? 

Doktoru çağıracağım. Sesim!!! Sesim yok! Bağırıyorum, duyan yok mu? Sesime ne oldu? Sesim neden çıkmıyor? Karanlık neden? Neden kimse aramadı? Acımı hissetmiyorum. Bu muhteşem! Yine de arayan olmaması kötü…”

Tülay’ın Seddülbahir’deki evinde…

Tülay, sesinde endişeli ve bakışlarında duacı, Metin’den haber almaya çalışıyordu. Sesi, artan endişesi ile titremeye başlamıştı:
-4 saat oldu. Kaçıncı defadır arıyorum açmıyor. Başına bir şey mi geldi?

Gülay’da meraklanmış, elinde telefon bekliyordu. Aklına kötü düşünceler gelmesin diye çabalıyordu ama işe yaramıyordu.
-Ya deme öyle… Bir şey olmamıştır… Bir daha arıyorum.

Telefonu kulağına götürür. Bekler…
“Beklemenin en kötü tarafı nedir biliyor musunuz? … Beklemek!”

Gülay, hat düşene kadar çaldırır. Sesi sıkıntılı:
-Açmıyor yaa. Niye açmıyor ki? Demin aradığımda da meşgul verdi. Tülay, başına bir şey mi geldi dersin?

Tülay, elinde tuttuğu telefonuna, umutsuzca bakarak:
-Offff. Bilemedim. Bu çocuk şimdiye kadar mutlaka arardı. Yolda kaza falan geçirmiş olmasın? Birilerine haber mi versek?

Gülay biraz sessiz kalır sonra:
-Kime haber vereceğiz?

Tülay umutsuzca:
-Yaa bilmiyorum. Ne bileyim? En son konuştuğumuzda “burada çok sis var ama dağ yolu az kaldı. Ben seni 1 saat sonra ararım” demişti. Belki karayollarını arar, sorarız. Bolu dağı tarafında kaza falan olmuş olmasın? Onlar bilir...

Gülay:
-Evet, bence de arayalım. Ayy, Allah korusun… Oralarda bir kaza olduysa… İnşallah olmamıştır. Dur, ben Internet’ten karayollarının numarasını bulayım(bilgisayarının başına geçer).


O gece… Bolu Dağı… Gece yarısından sonra saat 01:00 civarı…
"Bu akşam yola çıkmak iyi bir fikir değildi. İyi fikir değildi. Bu kar yağışında... Yarın sabah erkenden yola çıkmalıydım. Amma da sis var. İnsan bu siste kaza yapar."

Telefonum çaldı. Arayan Tülay’dı. “Bir saat sonra gelirim” demiştim. Neredeyse iki saate yakın oldu. “Yolu göremiyorum. Telefonla konuşmak için arabayı sağa, yolun kenarına doğru çeksem iyi olacak.”  Telefonun sesine bebek uyanmıştı! Ağlamaya başladı. Arabayı kenara çektikten sonra arka koltuğa döndüm ve ona biberonunu verdim.

-Tamam, kızım, ağlama aşkım. Şşşşş. Hadi bak, mama burada. Aferin benim güzel kızıma.

Telefonu tam elime aldığımda, kapanmıştı. “Harika!” dedim ve telefonu yan koltuğa bıraktım. O sırada tekrar çalmaya başladı. 

Ekrana baktığımda, bu sefer arayanın Gülay olduğunu gördüm.  Koltuğun üzerinde duran telefonun “reddetme” tuşuna basarak meşgul tonu verdim. Kontörü gitmesin diye hep öyle yaparım. Kızım biberonunu iki eliyle sıkıca kavramıştı. Onu, henüz geçen hafta evlat edinmiştim ve bu kısa sürede birbirimize alışmıştık. Bu gece kızımı, ailemin geri kalanıyla tanıştıracağım. Gülay ve Tülay’la… 

Gülay’ı aramak için telefona uzandım. Kızım bana bakıyordu. Sakin ve huzurluydu. Koskoca mavi gözlerinin içine bakarak, dünyalardan güzel olan bu ufak meleğe gülümsedim. Şeniz’ime… Gezegenime… O benim yaşama sebebimdi. Onu daima koruyup, sevecektim. Ölünceye kadar…

Kafamı şoför kabinine çevirdiğimde, arabanın ön camından içeri patlayan ve gözümü kamaştıran farları görene kadar… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder