Hürriyet

9 Mart 2012 Cuma

GÖKYÜZÜ DÜŞÜYOR (1.Bölüm)

Çok ileride yani yıl olarak… Yaşayan(gerçekten) az kişi kalmıştı. Az derken? Gerçekten az. Sadece dört kişi vardı.

İlki bir kadın… 
Güçlü, güzel, zeki ve seksi ama en önemlisi yaratıcı! Ne demek istediğimi ilerleyen olayların ışığında anlayacaksınız.

İkincisi yaşlı bir erkek… 
Toprak cesetleri öfkeyle tükürdüğünde ve canlıları onlara kurban ettiğinde oradaydı ve hayatta kalmayı başarmıştı.

Üçüncüsü orta yaşlarda bir erkek… 
Zeki ve yakışıklı… Başta güçlüydü ama sonra hayatta kalmak kullandığı ilaçlar bu durumu oldukça tersine çevirdi. Bağımlı… Kimine göre toprağı bu kadar kızdıran oydu. Kendini ne sanıyordu? Tanrı! Acaba..?

Dördüncü ve sonuncu hayatta kalan… 
Aslında o bir… Nasıl derler? Erkek değil. Kadında değil. O bir cinsiyetsiz! Ürememiş… Bildiğimiz doğal yollarla doğmamış. Laboratuarda üretilmiş! Bu sakat yaratıkta, kendine “Gölgeci” diyor ve toprağı zehirleyen büyük ihtimalle oydu.

Şu saçma din kitaplarında yazdığı gibi kıyamet falan kopmamıştı. 2120 yılından sonra her geçen gün Dünya daha kötüye gidiyordu. Doğal kaynaklar iki binli yılların sonuna doğru iyice azalmış ve bir grup nükleer mühendisi ve kimyagerin liderliğinde “KAYNAK(Kaynak Analojisi Yaratma Nükleer Araştırma Konseyi)” kurulmuştu. Hükümetlerin en geniş çaplı ödeneği ayırdığı bu uluslar arası kurul, uzun çalışmalar sonunda sonuç elde etmişti. Su, hava, elektrik, petrol, kömür, bitkisel ve hayvansal gıdalar gibi yaşamsal ihtiyaçlar sentetik olarak üretilmişti.

Birçok insan KAYNAK’ı kahraman olarak ilan ederken, bazı çevrelerde “Tanrı” rolü oynamalarına tepki gösteriyordu. Doğanın dengesine müdahale edildiğini ve yapılanların şeytansı olduğunu savunan dini gruplar, anarşist eylemler başlatmıştı. Onların nezdinde, KAYNAK’ın yaptığı; yaşlanmış ve ölmek üzere olan bir insanın ömrünü uzatarak, ölümün huzurundan onu mahrum bırakmakla aynıydı.

Din adamlarına göre Dünya daha fazla yaşamak istemiyordu ve onu zorlamak sadece daha kötü sonuçlara yol açacaktı!

KAYNAK nesiller boyu bir sonraki jenerasyona aktarılarak, geleneksel bir yolla çalışmalarına devam etti. Laboratuarda üretilen her madde, doğadaki ile aynı tepkimeleri ve özellikleri barındırıyordu. Aslında… Barındığı düşünülüyordu. KAYNAK bünyesinde çalışan, bazı bilim adamları, yapılandırılan üretilen sentetiklerin zararlı reaksiyonlar gösterdiğini fark etmişti. 

Mesela su günde 100 ml oranından fazla içilirse, kişinin bünyesine bağlı olarak, bir süre sonra deliliğe sebep olabiliyordu. Ya da günde 6 gramdan fazla tuz tüketimi kokain etkisi yapabiliyordu. Elbette müptezeller için bu durum iyiydi. Argo tabiriyle “kıyak” bir olaydı. Yasadışı tuz ticareti bile yapılıyor ve bundan ciddi kazançlar elde ediliyordu.

En kötüsü ise maksimal oksijen tüketimi ile gerçekleşiyordu. Bunu biraz detaylandıracağım… Gezegende hava(oksijen) tükenmiş ve nefes almak için kullanılan tek kaynak laboratuarda yapılmaktaydı. Normal ve sağlıklı bir insanın günde 53 lt oksijen tüketmesi gerekir fakat hareketlilik ve biyoritme göre bu oran artabilir. KAYNAK tarafında üretilen oksijeninse günlük olarak tüketilmesi gereken oranı 48 litreydi. Bu oran aşıldığında kişinin alyuvarları aşırı artarak, bedeni patlatabiliyordu.

Gerçek anlamda patlama! Bu patlamanın tahrip gücü bir anti-tank mayına eşdeğerdi! O yüzden, hükümet yetkilileri tarafından her bireye içinde 48 lt oranında oksijen olan “hava tabletleri” veriliyordu. Bu tabletlerin fazla alınması ile doğabilecek tehlikeleri engellemek içinse, her yurttaşın kalbine biyoritm modülü takılıyordu. Eğer oksijen miktarı artarsa, bu modül kalbi kapatıyordu! Böylece birer ayaklı bombaya dönen insanların, toplum içinde yaratacağı “ölümcül” risk engellenmiş oluyordu(?).

Bütün yapay kaynakların dağıtımı, her ülkenin hükümetleri tarafından halka sınırlı oranlarla veriliyordu. Nefes almak, su içmek, yemek ve buna benzer doğuştan sahip olunması gereken haklar, çok farklı elde ediliyordu. Hayat birçok tarafından yaşamaya değer bulunmuyordu. İntiharlar ve akıl hastalıkları her geçen gün artıyordu.
KAYNAK merkez olarak Türkiye’nin o zamanki başkenti İstanbul’da bulunuyordu ve her ülkede birer tane ofisi vardı.   

Bütün bu yapay ve mide bulandırıcı hastalıklı yaşamı sonlandırmak isteyen ÖLÜM(Özgürlük Lejyonu Üstün Mücadelesi) adlı asi grup, KAYNAK’a sürekli saldırılar düzenliyordu. Dünya’da değil, koca bir hapishanede yaşadıklarına inanıyorlardı. İnsanlık ölürse, özgür olacaktı!

Son olarak bir grup din adamı da doğal kaynakların tekrar ortaya çıkacağı efsanesine bağlı kalarak, efsanede adı geçen “kurtarıcı”yı arıyorlardı. Adları YOK(Yaratılmış Olanı Kurtar)’tu! Onlar hem KAYNAK’ın, hem de ÖLÜM’ün düşmanıydı.

Bu üç ideoloji her ortamda ve şartta birbirlerini yok etmeyi deniyordu!

...

1.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder