Hürriyet

6 Temmuz 2010 Salı

:::OLGEM:::1.Bölüm::::

Dünya çeşitli kahinlerin söylendiği gibi yada bazı vesvesecilerin anlattığı gibi, ne meteor çarpması ne de herhangi bir doğal afetle yok olmadı. Kutsal kitaplar da yazılan şekilde de yok olmadı! Ekolojik denge bozuldu fakat yıllar geçtikçe, bilim adamları çaresini buldu ve küresel ısınma durduruldu ve hayat geri kazanıldı.
İnsanlığa musallat olan hastalıkların devası birer birer bulunmuştu. 2092 yılında, bütün milletler birleşti. Ülke kavramı ortadan kalkmıştı ve herkes, sadece "Dünyalı" olarak anılıyordu! Başta; Amerika, Almanya, Rusya, İsrail, İran ve Filistin, olmak üzere, 72 ülkenin başkanları, 2093 yılında "Silahsızlanma Antlaşması" imzaladı. Silah ve asker gücü barındırmak yasaklanmıştı! Bütün milletler, kaynaklarını ve güçlerini birleştirdi!

İnsanlar çok az suç işliyordu. 2097 yılında bütün hapishaneler kapandı ve eski mahkumlar, rehabilitasyon ile topluma kazandırılıyordu. Tatsızlık yada sorun çıkarıp, kanunlara karşı gelenler çok farklı bir şekilde cezalandırılıyordu!
Suçlular, "GTD" adıyla, teşkilatlanan, polis gücü tarafından, özel hazırlanmış, bir çeşit "çiftliğe" götürülüp, orada, hayvan barınaklarına yerleştiriliyordu! Onlara, insanlar; Hayvan adam diyordu! "Eğer insanlarla uyum içinde yaşayamıyorsan, hayvanlarla yaşamayı hak ediyorsun!". Bu söz, GTD'nin kurucusu olan, Alvin McKennit'in ideolojisini güdüyordu. Dolayısıyla, GTD'nin de...
Barınakları, kimse görmemiş ve tam yerini bilmiyordu. GTD tarafından sır gibi saklanan, bir hayalet bölgeydi! Bugün ki, Makedonya civarında konuşlandığını duymuştum. Metin Alaca; Oranın yapımında çalışan ve daha sonra yönetiminin başına geçen, yüksek mimardı. Yaptığımız konuşmalarda, samimiyetime güvendiği için bana biraz bahsetmişti. Normalde, GTD yetkilileri ve barınak çalışanları dışında, herhangi birine asla sözü edilmezdi. Orası unutulanlar içindi... Sadece hayvan adamlar için...

Suçluların, buraya sevkıyatından sonra, bazı operasyonlar yapılıyordu. Barınaklara yerleştirilmeden önce, çeşitli işlemlerden geçiriliyorlardı. İnsani yaşam şartları, Dünya genelinde, oldukça iyileştirilmişti ve herkesin insani yaşam standardı oldukça yüksekti. Buna rağmen, az da olsa, suç işlenmesi kabul edilemez bir durumdu!
Suçun cezası çok ağırdı! Hatta insanlığın bilinen bütün ahlaki kurallarına ve inanışına tersti! GTD'nin sevk ettiği mahkumlar, sadece, anıldıkları adlarıyla değil, görüntüleri ile de, bir çeşit, hayvan adama dönüştürülüyordu! Üzerlerinde cerrahi operasyonlar uygulanıyordu! Şekil olarak, hayvana benzetiliyordu, mahkumlar! Bedenleri, kesilip, biçiliyor, fiziksel yapılarına, hayvan görüntüsü veriliyordu! Bu tamamen insanlık dışıydı! Mahkumların psikolojisi de, bir süre sonra değişiyor ve artık insan olmadıklarına kanaat getiriyorlardı. Diz kapakları ve ayak bilekleri arasında ki bölüm kesilerek çıkartılıyordu. Sonra, diz eklemine, ayak monte ediliyordu. Aynı şekilde, dirsek ve bilek arasındaki bölümde atılıyor ve el, dirsek eklemine dikiliyordu! Çapraz ve düz bağların yerleri, hayvan anatomisine benzer şekilde değiştiriliyordu!

Mahkumlar, ameliyatlar bittikten sonra ise birer barınakta, hayvan gibi yaşayıp, ölene kadar orada kalıyordu. Metin, bu olanlara en başta destek verse de, zamanla rahatsızlık ve vicdan azabı hissetmeye başlamıştı. GTD ile bu rahatsızlığını paylaştığında ise sert bir cevap aldı ve işinden uzaklaştırıldı. Biz o günlerde tanıştık.

Biraz kendimden bahsedecek olursam; Adım Mehdi. Eski bir teknisyenim. Kızımı kaybettikten sonra işimi yapamamaya başladım ve bırakmak zorunda kaldım. Küçük kızım, benim bütün dünyamdı. Annesi, doğumu sırasında, aşırı kanamadan vefat etti. Ölen eşimin adı; Ezgi. O, çok güzel bir kadındı. Çoğu insan eşini meleğe benzetir. Fakat o gerçekten bir melekti. Gören herkes, meleğe benzediğini söylerdi. Nihayet, gönderildiği cennetine geri gitmişti! Kızımsa, evime giren, adi bir hırsız tarafından katledildi. Daha altı yaşındaydı! Kızımın adı ise Bahar. Nisan doğumlu, tıpkı benim gibi... Soğuk ve karanlık bir gece de, yaklaşık 22:00 civarı, kızım yanıma gelerek, dondurma istediğini söyledi. Gülümsedim, saçını okşadım ve "tamam. Ben şimdi alıp, gelirim" dedim. Hemen binanın altında bakkal vardı. Gittiğimde kapalı görünce, bir an eve dönüp, "bakkal kapatmış. Yarın alırız" demeyi düşündüm. Allah kahretsin! Binlerce kez lanet olsun bana! Yapmadım! Eve, kızıma dönmedim. Üzülmesin diye! Masumlaşmasın diye! Açık yer aramaya başladım! Vanilyalı dondurma. 3 Kg. vanilyalı dondurma! Buldum! Apartman kapısını açmak için anahtarı elime aldığımda, içeriden biri kapıyı, hızlıca açtı. Acelesi olmalıydı çünkü omzuma çarpıp, özür bile dilemeden, uzaklaştı...

İçimde bir şey filizlendi o an! Tedirgin oldum! Merdiven basamaklarını, hızla, ikişer ikişer tırmanmaya başladım! Katıma geldim. Anahtarı, deliğe oturtacağım sırada, kapı hafifçe aralandı! Kapı açıktı! İlk defa bu kadar inanarak, bu kadar içten dua ettiğimi biliyorum! Şoka girmeden önce tam olarak hatırladıklarım şu şekilde: "Bahar" diye seslendim! Işıklar açıktı ben gittiğimde... Şimdi kapalı... Soğuk terlerle sulanmış elimi, anahtara götürüyorum. Işıkları açıyorum.
Kör bir insan görmek ister, bense o an kör olmayı diledim, gördüklerim karşısında! Halının üzerinde, minik meleğimin ufacık bedeni, cansız yatıyordu! Yaklaştım... Bir... Bir eksiklik vardı... Kafası... Allah'ım... Kafası yerinde değildi! Boğazım düğümlenmiş, nefes alamıyordum! Evin duvarları beni eziyordu! Ellerimin titremesini durduramıyordum! Çığlık atmaya çalıştım ama sesim yok olmuştu! Kızımın, minik Bahar'ımın kafasını arıyordum! Bulmalıydım! Eğer başını yerine koyabilirsem... Eğer başını... Yerine takabilirsem... O zaman... Belki o zaman... Allah'ım bu gerçek değil! Olmasın! Yalvarırım!

Bulamıyordum! Kızımın kafasını bulamıyordum! Kapıda, girişte bana çarpan adam! Hızla koşmaya başladım! Koşarken ağlıyordum. Bağıra bağıra, böğürerek ağlıyordum! Küfürler ederek, çıktım sokağa! Bir süre sonra komşular polisi aramış ve polis gelmişti. Anlatabildiğim kadar, konuşabildiğim kadar, hıçkırıklar içinde, adamı tarif ettim.
Ertesi gün, ağlamaktan acıyan ve uykusuz gözlerimle, televizyon seyrederken... Kanallardan birinde, Metin Alaca'nın konuk olduğu tartışma platformu dikkatimi cezp etti. GDT aleyhinde konuşuyordu. Başının ne kadar belaya gireceğinden haberi vardı ama herkesin gerçekleri bilmesi gerektiğine inanıyordu. Suçlulara uygulanan, "insanlık dışı" ceza infazlarının kaldırılması gerektiğinden ve kamuoyunun desteğine ihtiyaç duyduğundan söz ediyordu.

Elimde ki votka bardağını, televizyona fırlattım! "Orospu çocuğuuuu!!!". "Kimi savunuyorsun? Haa? Kimi? Kızımı öldürdüler! Ne hakkı? Onlar sadece, acı içinde geberme hakkına sahipler! Orospu çocukları! Sende orospu çocuğusun!". Saatlerce bağırıp, küfür saçtım etrafa, evin içerisinde o gün...

Kendi kendime bir karar aldım! Kızımın katilini, polisten ve GTD'den önce bulup, ellerimle gebertecektim! Tamda bu kararı aldıktan, bir kaç gün sonra polis telefon etti. Ellerinde, verdiğim tarife uyan şüpheliler olduğunu ve karakola gelip, teşhis etmemi istediler benden. Üç şüpheli vardı. Tek taraflı camın arkasından, dikkatlice inceledim. İçlerinden sol taraftakini net göremiyordum. Karanlıkta kalıyordu, diğerlerine nazaran. Rica ettim, polis memurundan. Adamı bir,iki adım öne çıkarttılar.

İşaret parmağımı öfkeyle, ona doğru sallayarak; "İşte bu şerefsiz! İşte bu orospu çocuğu!" diye bağırdım! Memur sakin olmamı söyleyerek, beni telkin etmeyi deniyordu. Adamı sorgu için aldılar ve diğerlerini serbest bıraktılar. Beni de evime dönmem konusunda ikna ettiler.

Bir hafta sonra. Mahkeme günü. Karar anı!
"Delillerin,sanığın aleyhine bulunması sebebiyle, suçlamaları çürütecek sav görülemediğinden, olay yerindeki kanıtların ve alınan ifadelerin doğrultusunda, toplum huzurunu bozan davranışlar sergileyen sanığın; Haneye tecavüz ve birinci dereceden kasti cinayet ile ömür boyu mahkumiyetine ve cezasının derhal infazına karar verilmiştir."

Kararı sükunetle dinledi. Katilin yüzünde donuk bir ifade vardı. O şerefsizin yıkımını dilemiştim ve kabul olmuştu ama ona bakan nefret dolu bakışlarım karşısında, en ufak bir tepki alamamıştım. Sanki hazırmış gibiydi. İfadesiz suratını bana çevirdi. Yüzüme bakıyordu. Onu götürmek için kollarına giren polislere hiç direnmedi. Mahkeme salonundan çıkıyordu. Ben nefret dolu gözlerimle, içimde ilk defa, birini bu kadar çok öldürmek istediğimi, ona hissettirmeye çalışırken, o öylece sakin bakıyordu ki bana... Bu sakinliği beni çıldırtmaya başlamıştı! Başım kızışıyordu!

Önümden geçti. Yumruğumu ve dişlerimi sıkıyordum! Tam kapıdan çıkarken, başını arkasına çevirdi... Lanetler okuyan gözlerimle tekrar buluştu ve çirkin dişlerini gösterecek şekilde dudaklarını aralayarak, alay edercesine, bana gülümsedi! Bu, benim çileden çıkmama yeter de, artadı bile... "Ne sırıtıyorsun be a... kodumunu şerefsizi!" Salyalar saçarak, küfürler savurmaya başladım ve onu ellerimle gebertmek için üzerine saldırdım!

"Ne sırıtıyorsun be a... kodumunu şerefsizi!" Salyalar saçarak, küfürler savurmaya başladım ve onu ellerimle gebertmek için üzerine saldırdım! Polisler beni tuttu. Ona sadece bir kere olsun vurmalıydım. Beni neden tutuyorlar? Neden bu pisliği koruyorlar? Bağırdığımı biliyorum. "Bırakın, bırakında geberteyim bu şerefsiz, kansız ibneyi!!!" Bırakmadılar! Hala gülümsüyordu... Onu dışarı çıkarttılar, beni de bir sandalyeye oturttular. Ağlamaya başladım sonrasın da…
Metin Alaca isminde ki, adını sadece medyadan duyduğum o adam yanıma geldi. Meğerse, salondakiler arasında, davayı izleyenlerdenmiş. O dakikaya kadar fark etmemiştim. Elini omzuma koydu ve oturdu. Konuşmaya başladı. "Kaybını ve öfkeni anlıyorum fakat inan bana, onun başına gelecekleri tahmin bile edemezsin! Cezasını; Senin ve diğer pek çok insanın hayal edemeyeceği kadar ağır şekilde çekecek" dedi. Tam üç gün sonra... Kızımın yasıyla baş başa evimde oturuyordum. Kül tablasından taşan izmarit dağını seyrederken, kapı çalındı! Hiç umursamadım. Bir daha çalındı! Sigaramdan, derince bir fırt çektim ve ayaklarımı önümdeki sehpanın üzerine uzattım. Kapı yine çalındı. Sonra bir daha ve tekrar... Gelen her kimse ısrarcı biriydi. Sigaramı yavaşça küllüğün kenarına yasladım. Elimle, ağlamaktan acıyan gözlerimi temizledim. Kapının koluna yöneldim. Elim tokmakta, "Kim o" diye seslendim. Cevap yoktu! Göz deliğinden baktım. Kimseyi göremiyordum. kimse yoktu dışarıda. Merak ettim ve kapının tokmağını yavaşça çevirdim. Hafif aralanan eşikten, göz ucuyla dışarı baktım. Görünürde, herhangi biri yoktu.

Bu sefer ardına kadar açtığım kapıdan, bir adım dışarı çıktım! Ensemde bir nefes hissettim ve başıma aldığım, ani bir darbe ile bayılmadan önce yere düşerken hatırlıyorum kendimi. Kimseyi görmemiştim. Ne kadar baygın kaldığımı bilmiyorum. Kendime geliyordum yavaş yavaş. Sıcak nefesimi duyuyordum. Kafama torba geçirilmişti. Ellerim arkadan bağlıydı. Bir aracın içindeydim. Gittiğimiz yol bozuk olmalıydı çünkü araç çok sarsılıyordu. Göremiyordum ama etrafımda, benden başka kimseyi de hissetmiyordum. Tahminimce, iki saate yakın sürdü, bu yolculuk. Sonunda araç durmuştu. Kimin yada kimlerin, beni neden kaçırdığını bilmiyordum! Nasıl olsa, bunu birazdan öğrenecektim! İki kişi beni sürükleyerek, aşağı indirdi! Korkmuştum ve çıtım bile çıkmıyordu! Sırtıma sert bir tekme yedim ve yere kapaklandım! Dizlerimin üzerine kaldırdılar beni. Kafamda ki torbayı çıkarttı birisi...

Karşımda beliren manzarayla, nutkum tutuldu! Bu... Bu... İmkansız! Olamaz! Nasıl mümkün olabilirdi? Birden sevinçle çığlık attım! "Kızıımm! Bahar'ım! Kızım!". Kızım, sapasağlam, kanlı canlı karşımda duruyordu! Bu... Bu benim kızımdı! Yaşıyordu! Bunlar yaşanırken, adamlardan biri ellerimi çözdü. Heyecan ve sevinçle ayağa kalktım! Gözlerim ve kalbim yerinden fırlayacaktı sanki! Koşup, karşımda öylece duran ve bana gülümseyen kızıma sarıldım! "Evet! Evet! Ona sarılabiliyorum! O gerçek! Yaşıyor!" Allah'a binlerce kez şükürler olsun! Kızım yaşıyordu! O da bana sarıldı minik ve sıcacık, sevgi dolu kollarıyla! Kokladık birbirimizi! İçimize çektik! Kızımın arkasında, elinde silahı olan iki adam, benim yanımda da, silahlı iki kişi daha vardı. Öylece duruyor ve bizim kavuşmamızı izliyorlardı. Sonsuza kadar, öylece kalabilirdim! Kızıma, dünyama kavuşmuştum! Kızımın arkasında ki adamlardan biri elini uzattı ve Bahar’ı kolundan sertçe tuttu! Yerimden fırladığım gibi adamın üzerine atladım! Savurduğum yumruğum, herifin tam burnuna yerleşti! Duyulan kırılma sesiyle, kanaması bir oldu! Bunu gören diğer adam, dikildiği yerden öne çıkarak, silahının kabzasıyla yüzüme sertçe vurdu! Dengemi kaybederek yere serildim!

Silahını bana doğrultarak:"Kızın yaşıyor! Kardeşimizi boş yere mahkum ettirdin! Bilmeden! Yok yere, müebbet mahkumiyet aldı! Sen onun özgürlüğünü, insanlığını çaldın! Onu, iki gün sonra hayvan adama çevirecekler! Eğer kızının canlı kalmasını istiyorsan, kardeşimizi içeriden çıkart! Artık onun katil olmadığını biliyorsun! Gidip, kızının yaşadığını herkese anlat! Kardeşimiz iki gün içerisinde serbest bırakılmazsa, kızının kafasını kendi ellerimle keserim! Yavaş yavaş çığlıklarını dinlerim! Çabuk ol! Geciktiğin her dakika, kızının hayatından çalıyorsun!" Sözlerini bitirdi ve suratıma, sert bir tekme savurdu! Kızımın "baba" diye haykıran çığlıklarını işittim. Arabaya binerek, tozu dumana katıp, hızla uzaklaştılar! Çaresiz izleyen gözlerle baka kaldım... Kendimi toparladıktan sonra otobana yürüdüm. Uzunca süren yorgun yürüyüşümün ardından, yoldan beni alan bir kamyonla evime dönmüştüm. Saat sabaha geliyordu. Evimde, o gece olanlara anlam vermeye çalışıyordum! Beynim düşünemiyordu! Çok yorgundum ve önce kızımı geri alıp, sonra soru sormaya karar verdim! Nereden, nasıl başlayacağımı düşünürken, kanepenin üzerinde uyuya kalmıştım...

-------BİRİNCİ BÖLÜM SONU--------                    --------DEVAM EDECEK--------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder