Hürriyet

3 Aralık 2011 Cumartesi

Miladi 2120 Hicri 1545 ( 33.Bölüm )

33.Bölüm



Dünya'da genel olarak yaşanan çeşitli kaoslar gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir karamsarlığa yol açıyordu. Avrupa'da artan terör eylemleri... Müslümanlara karşı yapılan saldırı ve eziyetler... Eski ve yeni çıkan virüsler... Artan açlık ve insanların düşük yaşam standartları, ahtapot gibi dünyevi hayatı kıskacına almıştı. Herkes umudunu kaybetmeye yüz tutmuştu. İnananlar bile...

İşte böyle bir zamanda ortaya çıkacağından ve insanlara sahte umutlar satacağından bahsedilen Deccal, Ortadoğu'da namını yaymaya başlamıştı. Türkiye'de canlandırdığı ölü bir çocukla(aslında orada çocuk ölmemiş, sadece bayılmıştı ama Deccal'ın aldatma büyüsü, Hoca dahil herkesin, çocuğun öldüğünü düşünmesine sebep olmuştu), Tebriz'de hastalıktan bitap düşmüş toplulukta bulunan bir kızın anne ve babasını hayata döndürmesi(kızın anne ve babası olduğunu düşündüğü kişiler, Deccal'ın kara ordusunun iki askeriydi. Kıza bir illüzyondan başka bir şey vermemişti) bazı çevrelerde peygamber hatta Tanrı olarak anılmasına neden olmuştu.

Ürdün Kralı gibi kendisine karşı koyanları ise ölümleri ile ödüllendirmişti! Ortadoğu'da İslam alimleri bir araya gelip, bu duruma çare ararken, bir kısmı ise sadece bir terörist olduğunu iddia ediyordu. Bazıları ise onun, rivayetlerde adı geçen Deccal'ın ta kendisi olduğunu anlamışlardı. Allah'a dua ediyorlardı. Daha geç olmadan, Mehdi'nin gelip, Deccal'ı durdurması için...
Bovak'ın evi... Gece saatleri...

Mehdi, salondaki tekli kanepede oturmaktadır:

-Bütün anlattıklarını kabullenmeye çalışıyorum. Bazı şeyleri gözümle görmeseydim, bu kadarını bile dinlemezdim ama Deccal'ın karşısına çıkacak son Mesih ben değilim. Dünya'nın sonu zaten, elbette, yani...

Bovak:

-Sakin ol. Biliyorum nasıl alışılmadık geldiğini... Rivayetlere göre "o" kişi İran-Irak savaşında Türk bir anneden doğacaktı. Dünya'ya geldiğinde ise kaşları çatık, memnuniyetsiz olacaktı. Küçükken kaşının açılmasıyla aldığın yara izi, etrafına sürekli verme isteği, art niyetsiz paylaşımın, başından beri kendine açıklayamadığın yalnızlığın, her şeyin sana karşı olduğunu düşünmen... Bütün bunlar beni haklı çıkarıyor. Ayrıca ben sadece gerçek Mesih'i rüyamda gördüm. O ofis, orada olanlar, Deccal'ın seni almaya gelmesi, her şey yerli yerinde... O sendin! Babamın ölümünden sonra ben seni aramaya başladım. Kendini zorlama. Asıl kimliğin hemen ortaya çıkmayacak ama öyle bir gün gelecek ki; sen tamamlanmış olacaksın.

Mehdi:

-Bunları daha fazla dinlemek istemiyorum. Ben evime gidiyorum!    

Mehdi, yerinden kalkar ve kapıdan çıkar. Bovak onu engellemez. Gitmesine izin verir. Nasıl olsa, evinin ve evlat edindiği kızının başına gelenleri görünce geri dönecektir...

Yarım saat sonra, Mehdi'nin evinin yakınlarında...

Mehdi, sokağın başındaki polisleri görünce, içini bir endişe kaplar. Hızla, apartmana doğru ilerler. İki ekip arabası ve komşular dışarıdadır. Kalabalığın arasına dalar ve karşı komşusu onu görür:

-Evladım, başın sağolsun...

Mehdi, gözlerini yaşlı kadına diker:

-Ne diyorsun Şükran Teyze?

Kadın, başını öne eğer. O sırada Mehdi'ye yaklaşan bir polis memuru:

-İyi akşamlar. Mehdi Bey mi?

Mehdi:

-Evet!? Ne oldu burada? Kızım nerede?

Polis:

-Gamze'nin babası siz misiniz?

Mehdi, sinirlenerek:

-Evet benim! Nerede kızım? Der ve anahtarını çıkartıp, dairesine girmek için ilerler.
Kapının kırılmış olduğunu fark eder. Telaşla içeri girer! Seslenir:

-Gamze! Gamze!

Arkasından gelen polis memuru, Mehdi'yi kolundan tutarak:

-Beyefendi, dışarı çıkın lütfen!

Mehdi, polisin elini hınçla iter. İçinde bir yan ne olduğunu biliyor ama kendine söylemekten korkuyordu. Kızının odasına girer...

-Gamze! G...

Gözleri donar, hareketleri... Anahtarı elinden düşer. Dizleri ve dudakları titremektedir. Kızının odası, kendi kanıyla ve vücut parçalarıyla kaplıdır! Kafası, alt çenesinden ayrılmış vaziyette, yatağın üzerinde!  Duvarda kandan "bekliyorum" yazılıdır. Mehdi, dayanamaz ve bayılır.

Tekrar gözlerini açtığında, karşı komşusu Şükran Hanım'ın evindeki kanepede uzanırken bulur kendini. Yanında Şükran Hanım, elinde kolonya ve başında bir polis memuru... Bilinci yerine gelmeye başlar tekrar. Aniden "Gamze" diye bağırarak, doğrulmaya çalışır. Şükran Hanım, onu omuzlarından tutup, sakin olması için uyarır:

-Tamam evladım. Geçti, şimdi biraz uzan.

Mehdi, kalkmak ister. Bağırır:

-Ne diyorsun be! Bırak beni!

Şükran Hanım, omuzlarından sıkıca tuttuğu için kalkamaz. Yaşlı bir kadına göre oldukça sıkı! Öyle ki, kadının tırnakları, etine geçmektedir! Mehdi'nin canı yanmaya başlar. Polis memuru öylece dikilmektedir.

-Lan! Çek ellerini be kadın!

Şükran Hanım'ın sesi boğuklaşmaya ve tıslamaya başlar:

-Uzssaaan evfladttııımm. Dinslenmeennn lazsssımmsss.

Mehdi, ona baktığında, yüzünün de değişmeye başladığını görür. Etleri çürüyüp, düşmeye başlar! Elleri ise mengene gibi omuzlarını sıkmaktadır! Polis memuruna bakar bir anlığına... Gülümsüyordur. Memurun bedeni erimeye başlar. Gözleri yuvalarından düşer! Alt çenesi dökülür. Derisi eriyip, alt tabakada ki etleri, fokurdayan iltihapla şişmeye başlar! Mide bulandırıcıdır. Başını tekrar, Şükran Hanım'a çevirdiğinde, onunda aynı halde olduğunu görür!

Şükran Hanım, sadece üst çenesi kalmış halde, Mehdi'nin boynunu ısırmak için uzanır. Mehdi, eliyle onu itmektedir ama kadın çok güçlüdür! Avucunu, iğrenerek onun iltihaplı yüzüne koyar. Sıkışan irinler patlayıp, akmaktadır. Polis memuru da Mehdi'ye doğru gelir! İkisi birden üzerine çullanmış ve onu ısırmaya çalışırken, birden arkalarındaki kapı yerinden fırlar! Yerinden fırlayan kapı, o şiddetle, polis memurunun başına çarpar ve zaten çürümüş olan kaslar birbirinden ayrılınca, kafası yerinden kopar! Ne olduğunu anlamayan Şükran Hanım ve Mehdi, kapının eşiğinde duran uzun boylu adamı fark eder.

"Bu o" diye içinden geçirir Mehdi. Bu gelen Azrail'dir! Kapının eşiğinden, odaya girer, heybetli simsiyah kanatlarını açar ve soğuk gözlerini yaratığa(Şükran Hanım'a) çevirir!

...


33.Bölümün sonu.


DEVAM EDECEK...

2 yorum: