Hürriyet

17 Kasım 2011 Perşembe

Miladi 2120 Hicri 1545 ( 22.Bölüm )

22.Bölüm



Kimsenin uğramadığı unutulmuş diyarlar vardır. Yeryüzünün yaşı kadar eski... Kimsenin bilmediği yaşanmışlıklar vardır bu diyarlarda. Zaman ve mekan iki kardeştir ama zaman, mekana hep ihanet etmiştir ve kardeşini unutturmuştur diğerlerine.

Unutmak bazen öldürür. Unuttuğunuz bir düşmanınız varsa bu yapılmaması gereken bir hatadır. Düşmanın sessizliği, asla savaşını unuttuğu ve ondan vazgeçtiği anlamına gelmez. Bu yüzden düşmanlarınızı hatırlamanız gerekir.

Deccal, destansı mücadelesini yaşayacağı ve kendisine yapılanların intikamını alacağı "Mehdi'yi" unutmamıştı.

...


İnsanlar, insanoğlunun varoluşundan bu yana hayat hakkında çeşitli felsefeler ve düşünceler iddia etmiş, yaşamı tarif etmeyi denemiştir.

Size çok büyük bir sır vereceğim. Herkesin merak ettiği "hayat nedir?" sorusunun cevabını... Ne yazık ki cevabı öğrendiğinizde, biraz hayal kırıklığı yaşayacaksınız. Bazılarınız ise bir boşluğa düşecek ama cevabın doğru olduğunu hissedeceksiniz.

Cevap: Hayat sadece geçicidir! Yaşarsınız ve biter. Ne yapılanlar, ne yaptıklarınız, ne de yapamadıklarınızın önemi yok. Öbür dünya ya da başka zamanda, tekrar dünyaya gelme diye bir şey yok. Cehennemde, cennette buradadır. Hayat denilen şey aldığınız nefesten daha kalıcı değildir. Hayatı yaşarsınız ve biter. Bu sadece bir kurgudur. Hayat geçicidir!

Mehdi bunu biliyordu... En başından beri... Şimdi biraz en başına dönüş yapalım. Deccal'ın tutulduğu hücrenin bekçiliğini yapan Mehdi, bir gün ona sormuştu.

-Neden asi geliyorsun Allah'a? Neden onun hükmüne karşı durma gafletine düşüyorsun?

Deccal, karanlık hücresinde çektiği acılardan çıkıp, söze geldi ve anlatmaya başladı:

-Ben ona karşı çıkmadım. Zamanında itikatlıydım. Çok güzel olmasa da bir hayatım vardı. Suriye'de ticaret yapardım. Sarraftım. Dükkanıma bir gün bir kız geldi. O güne kadar gördüğüm en güzel kızdı. Konuşmaya başladık. Büyülenmiş gibi gözlerimi ondan ayırmadan, dinliyordum. Ona aşık olmuştum. O gün eve gittiğimde uyuyamadım. Ertesi günlerden birinde, çarşıda karşılaştık. Başka bir gün tekrar... Tesadüfen gerçekleşen bu karşılaşmalarımız zamanla artmaya başladı. Sonrasında bunlar birer buluşmaya dönüştü. Akşamları sohbet ediyorduk, gülüyorduk ve güzel vakit geçiriyorduk. Çocuklar gibi mutluydum. Bir süre sonra onunda bana karşı özel hislerinin olduğunu anladım. Artık biliyorduk; birbirimize delicesine sevdalıydık!

Sonra yine bir gece buluştuğumuzda, beni mahveden haberi aldım. Ülkeden ayrılıp, ailesi ile Bağdat'a gideceklerdi. Kalması için yalvardım! Defalarca, ona olan duygularımı, ona aşık olduğumu söyledim. Çünkü aşıktım! Bana, babasına karşı gelemeyeceğini ve gitmek zorunda olduğunu söyledi.
Ona kızmadım. Asla kızmadım... Bu benim yaşamak zorunda olduğum kaderimdi. Onunda kaderi... Gitmesine yakın, benimle görüşmeyi azalttı. Zaman içerisinde kabullenmeyi öğrendim. Artık çok az görüşüyor ve konuşuyorduk. Yine de aklıma geldiği her an, onun gitmemesi için Allah'a dua ediyordum. Bir gece, dükkanı kapatmış eve dönüyordum. Sokağın başında bağrışmalar duydum. Seslere doğru yürüdüm... Bu oydu! Yanında da babası. Sokağın ortasında onu dövüyordu! Bir anda beynimin içi kaynamaya başladı. Bu olanlara seyirci kalamazdım. Belimde taşıdığım hançerimi çıkartıp, babasına doğru koştum! Tam hatırlamıyorum ama on defadan fazla kez o pisliği bıçaklamış olmalıyım. Kanlar içinde yere serildi!

Sevdiğim kadın, onun cesedine sarılmış, hıçkırarak ağlıyordu. Bana gözyaşları ile bakıp:

-Onu değil, beni de öldürdün! Dedi.

Ben donup kalmıştım, konuşamıyordum. Birden üzerime atıldı. Hançeri tutan bileğimi kavradı ve kendi kalbine sapladı! Onu durduramamıştım... Yere yığıldı... Defalarca denedim o gece ama onu yaşatamadım...

Sevdiğimin cansız bedenini alıp, kimsenin bilmediği o uğursuz yere götürdüm. Zerdüşt'ün evine! O, büyü ile uğraşır ve insanlara fenalık getirirdi. Bir defasında ölüyü, ayağa kaldırdığını işitmiştim.Başka çarem yoktu! Onu canlandırmasını ve bunun için gerekecek her bedeli ödeyebileceğimi söyledim. Bana bir hayata karşılık, başka bir hayatın feda edilmesi gerektiğini söyledi. Kendi canımı verebileceği söyledim!

Zerdüşt:

-Hayır, anlamadın. Dedi ve oturduğu yerden kalkarak devam etti:

- Canını istemiyorum. Ruhunu istiyorum. Karşılığında sevdiğin kadına hayat vereceğim. Dedi.

Bende:

-Ruhumu gerekirse, şeytana bile veririm! Yeter ki o yaşasın! Dediğimde, büyücünün yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.

Sevdiğim kadın yaşayacaktı fakat ne beni, ne de eski hayatına ait kimseyi hatırlamayacaktı.

Yeni bir hayata, yeni bir şehirde başlamıştı. Büyücü onun için yeni bir aile ve hayat kurgulamıştı. Elbette bu sadece kara büyüydü! Yinede kalbi atıyordu ve bunun devam etmesi için kendi kanımla imzaladığım anlaşmaya sadık kalarak, büyücünün istediği her şeyi yapmam gerekiyordu. Bende yaptım... Ne istediyse... Ne dediyse... Yaptım!

Allah'la yollarımız daha o gece ayrılmıştı... Ona olan inancımı kaybettim. Ruhumu... Sevdiğim kadını... Her şeyi...

Deccal bütün bunları anlattıktan sonra Mehdi tek bir kelime bile etmedi. O gece Mehdi, onun hücresinin başından uzaklaştı. Üzgündü ve Deccal'ı kendi ıstırabıyla baş başa bırakmıştı.

Deccal, hücresinde karanlığın içinde sessizce oturuyordu. Mehdi'nin uzaklaştığını fark ettiğinde, başını yavaşça yukarı kaldırdı ve gülümsedi. Beklediği fırsatı yakalamıştı. Bu Deccal'ın gücünü toplayıp, hücreden kaçması için uzun zamandır beklediği "an" demekti!


...


22.Bölümün sonu.

DEVAM EDECEK..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder