Hürriyet

30 Ocak 2012 Pazartesi

BEBEK (8.Bölüm)

Çok kar yağıyordu. Yaklaşık iki gündür aralıksız… Heryer tutmuştu. Bu havada gelmesi zor olacaktı. Bu havada doktora gitmekte zor olacaktı. Kapı çaldı! Yerimden fırladığım gibi kapıya gittim. Oyalansın diye radyoyu açmıştım. Müzik onu biraz dingileştiriyordu. Henüz sakinleşmeye başlamış olan bebek, kapının çalmasıyla tekrar ağlamaya başladı. Kapıyı açtım. Gelen Gülay’dı… Gülümsedim, içim rahatlamıştı.

-Hoş geldin hayatım.

Soğuktan donmuş halde…
-Naber canım?

-İyiyim tatlım.

Üzerini bile çıkartmadan içeriye girdi ve ağlama sesine doğru (salona) ilerledi... Gülay, onu kucakladığı gibi tekrar kapıya yöneldi. Bana dönerek:
-Hadi Metin! Çocuk ateşler içinde. Ağlamaktan çatlayacak. Yaa inanamıyorum sana. Önce bir hastaneye gidelim. Seninle sonra konuşacağız!

Suratımı kabahatini bilen ufak bir çocuk gibi yere devirerek, paltomu aldım. Dışarıda fırtına vardı. Gülay, bebeği resmen koynuna sokmuş ve ona sıkıca sarılmıştı. Arabaya doğru ilerledik. Yepyeni bir Honda JAZZ… Gülay bunu alalı daha bir ay olmamıştı. Gülümsedim hafifçe “Tam kadın arabası” diye geçirdim içimden. Neyse, bindik arabaya. Ben ufaklığı aldım kucağıma… 
Hastane evin iki sokak arkasındaydı. Oraya ulaşmamız çabuk olmuştu. Hemen çocuk doktorunu yakaladık, çıkmak üzereydi. 15 dakika sonra reçetemiz yazılıyordu. Bir ateş düşürücü iğne yapmışlardı ve şimdi daha sakindi. Gülay her şeyi karşıladı… Kendimi mahcup, aptal ve sorumsuz hissediyordum.    

Nöbetçi eczaneden ilaçları alıp, eve gittik. Bebek yolda uyumuştu. Ben sürekli teşekkür ediyordum. Gülay’da önemli değil diyordu. Yol boyunca bundan başka bir şey konuşmadık. Eve geldiğimizde saat akşam sekiz civarıydı. Bebeği arka koltuktan alıp, hafifçe kucakladım. Merdivenleri çıkıyorduk. Ben önde, Gülay arkada…

-Metin anahtarları ver, kapıyı ben açayım.

-Tatlım, paltomun sağ cebinde...

Anahtarları aldı ve yavaşça içeriye girdik. Bebeği yavaşça yatak odasına götürdüm. Güzelce üstünü örttüm ve gece düşmesin diye yatağın etrafına birkaç sandalye koydum. Mışıl mışıl uyuyordu. İçeri geldiğimde Gülay “gel bir sigara içelim” diyerek, balkonu gösterdi. Sigaramı aldım ve dışarı çıktık.

-Metin ne bu? Anlat bakayım şu olayı baştan.

-Ben Çanakkale’ye giderken, anneannemi ziyarete, yolda çok sis vardı ve ben orada öylece duran bir araba fark ettim. Neredeyse çarpıyordum. Son anda frene basıp, durabildim. Sinirlenmiştim! Kaza yapacaktım. İnip, arabaya doğru ilerledim. Kimse yoktu. Sadece arkada bir bebek ve onu orada öylece bırakamadım. Yanıma aldım. Aslında Jandarma’ya bırakacaktım. Çanakkale’ye gidene kadar kararım buydu. Anneanne’mi, görmek istedim önce. Onu ziyarete gittim. Bebekle tabii… Anneannem bebeği görünce, şaşırdı. Evlendiğimi falan düşündü. Ona da olayları anlattım. Bana “teslim et karakola, ailesini bulsunlar” veya “oğlum sen delirdin mi?” gibi şeyler demesini beklerken…

Sesim kısıklaştı… Gözlerim çok hafif doldu. Biran dalmıştım ki… Gülay’ın sorusuyla kendime geldim.
-Ne dedi anneannen?

Kendimi tekrar konuya adapte ettim.
-Anneannem dedi ki… O… “Keşke senin bebeğin olsaydı” dedi. Bende onun bu dileğini yerine getirmeye karar verdim.

Gülay, şaşkınlıkla:
-Olum manyak mısın? Anneannenin lafıyla, el alemin bebeğini nasıl alır evine getirirsin? Hem anneannenin, onu kastetmediğini biliyorsun değil mi?

Başımı öne eğdim. Sigaramdan derin bir nefes aldım. Başımı gökyüzüne kaldırıp, bir nefeste soğuk havadan…
-Anneannemin son sözleriydi bunlar.

-Anlamadım. Nasıl? Ne demek o?

Gülay’ın birkaç soru cümlesini arda arda kurmasına rağmen, cevap tek ve çok sadeydi. Çokta üzücü…
-Anneannemi kaybettim. O öldü.

Gülay, yarım saniye kadar duraksadı...
-Nasıl yani? Ne diyorsun sen?

-Çanakkale’de toprağa verdik. Mekânı cennet olsun. Artık tamamen tek başınayım.

Gülay’ın bakışlarındaki yumuşaklığı çok iyi bilirim. O güzel içi gülen gözlerdeki merhamet ve duygu dolu o bakışları…

Elini yanağıma koydu… “Canım” dedi çok şefkatli bir ses tonuyla… 
Ben gülümserdim belki başka zaman olsa ama bu sefer sadece… Ağladım… 
Gülay’la sarıldık... 
Cenazede istediğim gibi ağlayamamıştım. Tutmuştum hep kendimi, güçlü görünmek için metanetli olmuştum. Şimdi çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra, doya doya ağlıyordum. 
Ona sarılıp, dakikalarca ağladım. Bir süre sonra onunda ağladığını fark etmiştim.

O gece kar yağıyordu bütün şehirde…  
Hüzünlü yüzümde ve Gülay’ın ışıldayan saçlarında eriyordu soğuk kristal taneleri.

8.Bölümün Sonu.

DEVAM EDECEK...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder