Hürriyet

17 Ocak 2011 Pazartesi

FARE

Fare önce ufak adımlarla ilerlemiş, önünde ki ince boruda.
Sonra başını tedirgin halde yukarı kaldırmış.

Bir tutam ışığın düştüğü o yüksek aralığa dikmiş gözünü.
Dışarıda ki dünyadan, onun yaşadığı karanlık ve rutubetli yuvanın arasında ki,
tek köprü olan o gizemli seyrek ışığa...

Ve cesaretini toplayıp ilerlemeye devam etmiş yukarı giden boruda.
Işığa giden o eskimiş, o paslı su borusunun üzerinde...

Minik ayakları titriyormuş yukarı doğru dikleşen yolda.
Işık kuvvetlenmeye başlamış.

Karanlıkla terbiye edilmiş gözleri rahatsız olsa da, ayakları dengesini zoraki sağlasa da, o devam etmiş...

En yukarı geldiğinde, ışık iyice yoğunlaşmış.

Borunun son dirseğini de zorlukla tırmanarak, ışığın kaynağı olan delikten önce burnunu uzatmış.

Yavaş yavaş ilerleyen ayakları bir heyecanla onun minik gövdesini, bütün kuvvetiyle delikten yukarı atmış.

Artık o esrarengiz, aydınlığın merakla ilerlediği ışığın içindeymiş.

Gözleri ışığa yavaş yavaş alışmaya başlamış.

Etrafını heyecanla keşfeden minik farenin kalbi yerinden çıkacak gibi atıyormuş.

Karanlık deliğinin dışında bir dünya. Işığın olduğu güzelliklere açılan bir dünya.
Aydınlık,temiz ve mutlu olabileceğini düşündüğü rengarenk bir dünya onun karşısındaymış.

Çok geçmeden ilk hoş geldin karşılamasını ışıklı evin sahibi yapmış...
Minik fare karşısında dikilen heybetli adama mutluluk ve şaşkınla bakıyormuş.

En çokta umutla...ilk defa girdiği bu dünyada her şeye umutla baktığı gibi...

Çok geçmeden uzun, kıymıklı, iri bir sopanın minik gövdesine inerek, kemiklerini ve kalbini parçalamasıyla bu yeni dünyaya veda etmiş.

Umut dolu, mutlu, aydınlık olan bu dünyaya...

Bu dünya asla umutları, mutluluğu ve aydınlığı taşıyamadı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder